30 Ekim 2014 Perşembe

ORTADOĞU’NUN KÜRT TARİHİ

Devleti olmayan en kalabalık halklardan biri. Ortadoğu’nun en büyük dördüncü etnik grubu. Kürtlerle ilgili akademik çalışmaların iki temel tespitidir bu. 20’nci yüzyılın onlar için çizdiği tablo buydu. 21’inci yüzyılsa Kürtler için daha avantajlı görünüyor.
Onur Erdoğan
Yoğun olarak Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de yaşıyorlar. Nüfusları, tarih boyunca bu bölgede kurulup yıkılan farklı devletlere yayıldı.
Bu ülkelerde etnik köken temelli nüfus sayımı yapılmadığı için Kürt nüfusuna ilişkin sayılar tartışmalı, sadece tahmini olarak biliniyor.
Konda Araştırma Şirketi’nin 2013’te yaptığı araştırmaya göre Türkiye’deki tahmini nüfusları 13,4 milyon.
İran’da tahminlere göre 10-12 milyon (bkz: Bu sayıdaki Abbas Vali röportajı), CIA’in 2014 verilerine göre Irak’ta yaklaşık 5-6,5 milyon, Uluslararası Azınlık Hakları Grubu’nun (Minority Rights Group International) 2011 raporuna göre, Suriye’de ise 2-2,5 milyon Kürt var.
Bu Ortadoğu’da yaklaşık 30-35 milyonluk bir Kürt nüfus demek.
Osmanlı İmparatorluğu yıkılana kadar şu an Türkiye, Irak ve Suriye’de yaşayan milyonlarca Kürt aynı devlet çatısı altındaydı. Kürt aşiretlerinin büyük çoğunluğu 1514’te Yavuz Sultan Selim’in Safevî Hükümdarı Şah İsmail’i yendiği Çaldıran Savaşı’nın ardından Osmanlı himayesine girdi. Osmanlı’da, Kürtlerin yaşadığı coğrafya için Türkiye’de yıllarca tabu kabul edilen ‘Kürdistan’ ifadesi kullanılıyordu. Kürt beylikleri Osmanlı’ya katılmayı kabul ettikten sonra Diyarbakır Vilayeti bünyesinde 11 sancak Osmanlı sarayı tasarrufuna, sekiz sancak ‘yurtluk’ ve ‘ocaklık’ adıyla babadan oğula geçmek üzere Kürt beylere verildi. Osmanlı böylece Kürtlere belirli bir özerklik vermiş oldu. Bu düzende Kürtler kimliklerini korudu. 1800’lerin sonlarına kadar Osmanlı’da Kürt milliyetçiliği taban bulmadı. Osmanlı’nın son dönemlerine kadar etnik kimlikten kaynaklanan önemli bir sorun yaşanmadı.
İran topraklarında yaşayan Kürtler ise 1501-1736 arasında hüküm süren Safevî Hanedanı döneminde kendilerini Şii ideolojisinin baskısı altında hissediyordu. Kürt beylerinin Yavuz’a verdiği desteğin arkasında da bu vardı. Safevî ordusu, Yavuz’la savaştığı dönemde Osmanlı ordusuna göre çok daha küçüktü. İranlı Kürt tarihçi Mehrdad İzady’ye göre hafif süvarilerden oluşan Safevî gücü, ağır ve savaşa giderken sürekli erzak temin etmek zorunda olan Osmanlı ordusunu bundan mahrum bırakmak için “Taş üstünde taş bırakmama” politikası uyguladı. Hedefinde Osmanlı taraftarı Kürtler vardı. Kürtlerin yaşadığı topraklara ağır saldırılar düzenleyen Safeviler, pek çoğunu da sürdü. Bu da Kürtlerin Osmanlıların yanında saf tutmasında etkili oldu.[1]
18’inci yüzyılın ortalarında Kaçar Hanedanı dönemindeyse Kürtler Safevî dönemine oranla daha rahattı. Şii hanedanı azınlık-çoğunluk ayrımını etnik değil dini kimliklere göre yapıyordu. Sünni de olsa Kürtler Müslüman oldukları için azınlıktan sayılmıyordu. Bu sayede geniş vatandaşlık haklarına sahip oldular. Toprak alıp tarım yapabiliyorlardı. İsterlerse topraklarını kiralayabiliyorlardı. Bu dönemde devlet yönetiminde de varlardı.[2] Kaçar Hanedanlığı 1925’te Rıza Şah Pehlevi’nin darbeyle iktidara gelmesiyle sona erdi.
Bölgede imparatorluklar döneminin bitmesi Kürtler için de yeni dönemin başlangıcıydı. 
1916 Sykes-Picot anlaşması
20’nci yüzyılın başında Ortadoğu dönüşümün eşiğindeydi. I. Dünya Savaşı sırasında İngiltere ile Fransa, Rusya’nın da onayıyla, Osmanlı İmparatorluğu’nu bölüşmek ve zengin petrol yataklarına sahip olduğu anlaşılan Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek için bir araya geldi. İngiliz diplomat Mark Sykes ile Fransız diplomat François Georges-Picot, 1916 yılında cetvelle çizdikleri bir harita oluşturdu. Her iki isim de bölge halklarının Avrupa imparatorluklarının kontrolü altında olması gerektiğine inanıyordu. Gizli anlaşma gereği o dönem Osmanlı himayesindeki Irak, Filistin ve bugünkü Ürdün için o dönem kullanılan tabirle Mavera-i Ürdün, İngiliz nüfuzuna bırakılıyordu. Suriye ve Lübnan ise Fransızlara kalıyordu. İngiliz ve Fransızların niyeti bölgeyi dini, etnik ve mezhepsel hatlarla ayırmak, böylece ‘böl-yönet’ stratejisini uygulamaktı. Savaş devam ederken Rusya’da yaşanan Bolşevik devrimi ve çarlığın yıkılması ise gizli anlaşmanın sonunu hazırladı. Sovyet lider Lenin anlaşmayı açık etti. Anlaşmada Araplara Osmanlı’nın yıkılması koşuluyla vaat edilen bağımsızlık verilmiyordu. Bu, Araplarda Batı’ya karşı oluşan güvensizliğin de temelini oluşturdu. Sykes-Picot dönemin koşulları altında resmi olarak yürürlüğe girmedi ama Sevr Antlaşması’nın temelini oluşturdu. Anlaşma, Ortadoğu’daki diğer halklarla birlikte Kürtler için de dönüm noktasıydı.
Ortadoğu’nun sınırlarını cetvelle çizen Sykes-Picot haritsaında A bölümü Fransızların, B bölümü ise İngilizlerin nüfûz alanı olarak belirlenmişti.  [BİRLEŞMİŞ MİLLETLER]
Ortadoğu’nun sınırlarını cetvelle çizen Sykes-Picot haritasında A bölümü Fransızların, B bölümü ise İngilizlerin nüfûz alanı olarak belirlenmişti. [BİRLEŞMİŞ MİLLETLER]
1920 Sevr Antlaşması
I. Dünya Savaşı sonrasında yenilen Osmanlı’nın sınırları Sevr Antlaşması’yla yeniden çizildi. İmparatorluk büyük oranda topraklarını kaybetti. Sevr Kürtlere de önce yerel yönetim, bir yıl sonra da bağımsızlık için Milletler Cemiyeti’ne başvurma hakkı veriyordu. Antlaşma imzalandığı sırada Anadolu’da Mustafa Kemal liderliğindeki siyasi ve askeri mücadele ise devam ediyordu. Misak-ı Milli sınırlarını korumaya çalışan bu mücadele başarılı oldu. TBMM (Türkiye Büyük Millet Meclisi) 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırınca Osmanlı resmen yıkıldı, Sevr geçerliliğini kaybetti. Osmanlı’nın tarihe karışmasıyla birlikte Kürtler Türkiye, Irak ve Suriye sınırları içinde üçe bölündü. İran’dakilerle birlikte Kürt nüfusu dört ülkeye dağılmış oldu.


[1] Mehrdad İzady, The Kurds: A Concise Handbook, aktaran Mustafa Akyol, Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek.
[2] Denise Natali, The Kurds And the State: Evolving National Identity in Iraq, Turkey, And Iran.



Kaynak: http://dergi.aljazeera.com.tr/2014/10/15/ortadogunun-kurt-tarihi/