3 Mayıs 2009 Pazar

ermeni raporu

















'ERMENİ
RAPORU'


 


    
1915 olaylarının 90'ıncı
yılında Ermeniler'in çıkış
yapacağından hareket eden Türkiye her alanda karşı
atakta. Devlet arşivleri açılıyor. Genelkurmay
ise farklı bir çalışma başlattı.


    
Genelkurmay Başkanlığı,
Ermeni diasporasının girişimleriyle gündeme yoğun
bir şekilde getirileceği söylenen Ermeni konusu ile
ilgili bir rapor hazırladı. Genelkurmay Başkanlığı'nın
sitesinde yer alan dosya:


    
1960'lı yılların ikinci
yarısından itibaren, çeşitli ülkelerde
yerleşik olan Ermeni grupların, Türkiye aleyhine
başlattıkları karalama kampanyaları ile varlığını
hissettiren sözde Ermeni sorunu, 1973'den sonra "Kanlı
Ermeni Terörizmi"ne dönüşmüştür.


    
Bu tarihten itibaren Türkiye'ye
yönelik Ermeni faaliyetleri, "Dört T" planı
çerçevesinde uygulamaya konulmuştur. bu plan,
sözde Ermeni sorununun tüm dünyada tanıtılması
(terörizm ile), tanınması (soykırımın
kabulü aşaması), tazminat alınması
(Türkiye'den) ve toprak elde edilmesi (Türkiye'den)
aşamalarını içermektedir.


    
Bugün, maksatlı olarak
gündemde tutulmaya çalışılan sözde
Ermeni sorununun ne derece mesnetsiz olduğunu ve ne tür
çıkar kaygıları ile ortaya atıldığını
daha iyi anlayabilmek için tarihsel gelişiminin
incelenmesinde fayda görülmektedir.


 


2.
ERMENİ KİMLİĞİ VE TARİHTE TÜRK-ERMENİ
İLİŞKİLERİ:


 


    
Tarihte, "Ermenistan neresidir?
nerede başlar? ve nerede biter?" sorularına cevap
vermek çok güçtür. ansiklopedik kaynaklarda;
Erivan, Gökçegöl, Nahçıvan, Rumiye gölü
kuzeyi ve Mako bölgesine, yukarı memleket anlamına
gelen Armenia, bu yörelerde yaşayan halka ise Ermeni
denildiği yer almaktadır.


    
Ermeni tarihçilerin bir kısmı,
M.Ö. altıncı yüzyılda kuzey Suriye ve
Kilikya Bölgesi'nde yaşayan Hititlerden olduklarını,
bir diğer kısmı ise Nuh'un oğullarından
Hayk'a dayandıklarını iddia etmektedir. Bunun yanında,
Ermenistan denilen coğrafyada yerleşen ve bugün Ermeni
diye adlandırılan toplumun, bölgenin kesin olarak
neresinde yaşadıkları, sayıları ve aynı
yörede ikamet eden diğer unsurlara kıyasla nüfus
oranları bilinmemektedir.


    
Görülüyor ki, Ermeni
tarihçileri bile kökenleri konusunda fikir birliği
içinde değildir. O halde tarih boyunca millet ve bağımsız
bir devlet olma vasfını yakalayamayan bu toplumun, herhangi
bir bölgeye "vatanımızdır" demeleri
mümkün görülmemektedir. "Büyük
Ermenistan" hayalinin de, tamamen yayılmacı bir
düşüncenin ürünü olduğu
değerlendirilmektedir.


    
Tarihsel olarak bakıldığında,
Ermenilerin sırasıyla, Pers, Makedon, Selefkit, Roma, Part,
Sasani, Bizans, Arap ve Türkler'in hakimiyeti altında
yaşadıkları görülür. Ermeni
derebeyliklerinin bir çoğu, bölgeye hakim olan
ve/veya Ermenileri kendi saflarına çekerek kullanmak
isteyen devletler tarafından kurdurulmuştur.


    
1071'de Türk hakimiyetine giren
Ermeniler'i, Bizans'ın zulüm idaresinden kurtaran ve onlara
insanca yaşama hakkını bahşeden, Selçuklu
Türkleri olmuştur. Fatih döneminde ise, Ermenilere din
ve vicdan hürriyeti verilmiş, Ermeni cemaati için
dini ve sosyal faaliyetlerini yönetmek üzere Ermeni
patrikliği kurulmuştur.


    
Ermeni patriği, kendi yetkisiyle
ruhani reisleri azlediyor, dini ayinleri yasaklıyor, kendi
adamlarından haraç toplayabiliyor, nikah işlerini
yürütebiliyor ve hapis cezaları verebiliyordu.


    
Ermeniler, 19 uncu yüzyılın
sonlarına kadar Osmanlı idaresinde, Türk insanının
hoşgörüsünden de yararlanarak, adeta altın
çağlarını yaşamışlardır.
Askerlikten muaf tutulan ve kısmen vergi muafiyeti tanınan
Ermeniler, ticaret, zanaat ve tarım ile idari mekanizmalarda
önemli görevlere yükselme fırsatını
elde etmişlerdir. Rum isyanından sonra boşalan Osmanlı
hariciyesine yerleştirilen Ermeniler'e Osmanlı Devleti'ne
hizmetlerinden dolayı "milleti sadıka" adı
verilmiştir.


    
Bu nedenle 19 ncu yüzyılın
son çeyreğine kadar Osmanlılar'ın bir Ermeni
sorunu olmadığı gibi, Ermeni tebaa'nın da Türk
yöneticileriyle halledemedikleri bir mesele mevcut değildir.


 


3.
ERMENİ SORUNU NEDİR?


 


    
Osmanlı devleti zayıflamaya
başlayıp, hemen her konuda Avrupa'nın müdahalesine
maruz kalınca, Türk - Ermeni ilişkilerinde de bir
bozulma devri başlamıştır. Batılı
ülkeler Osmanlı Devleti'ni bölerek bölgesel
çıkarlarına ulaşabilmek için Ermeniler'i
Türk toplumundan koparmayı hedeflemişlerdir.


    
Özellikle Avrupa'nın bazı
büyük devletleri "ıslahat" adı altında
bir yandan Osmanlı Devleti'nin iç işlerine
karışırken, bir yandan da Ermeniler'i, Osmanlı
Yönetimi'ne karşı teşkilatlandırmışlardır.


    
Böylece ülke içinde
ve dışında teşkilatlanan ve silahlanan Ermeni
komiteleri ile Ermeni kiliseleri'nin kışkırtıcı
faaliyetleri sonucunda, Ermeni toplumu yavaş yavaş
Türkler'den uzaklaşmaya başlamıştır.


    
Türkler'in iyi tutumuna karşın,
yabancı devletlerle ittifak etmek suretiyle Türkler'le
mücadeleye başlayan Ermeniler, Batı'nın desteğini
alabilmek için kendilerini "ezilen bir toplum"
olarak göstermeye ve "Anadolu üzerindeki egemenlik
haklarını Türkler'in gasp ettiği"ni dile
getirmeye başlamışlardır.


    
Islahat fermanı ile müslümanlar
ve gayri müslimler eşit statüye getirilince
ayrıcalıklarını kaybeden Ermeniler, 1877 - 1878
Osmanlı - Rus Savaşı sonunda, Rusya'dan "işgal
ettiği doğu Anadolu topraklarından çekilmemesini,
bölgeye özerklik verilmesini veya Ermeniler lehine ıslahat
yapılmasını" talep etmişlerdir. Bu
isteklerle birlikte Ermeni sorunu ilk kez ortaya çıkmaya
ve uluslar arası bir şekil almaya başlamıştır.


    
Ermeniler, bu kez Ruslar ve İngilizler
tarafından kullanılmaya başlanmış ve
İngiltere'nin elinde, Rus yayılmacılığına
karşı bir ileri karakol vazifesi görmüşlerdir.
İngiltere ve Rusya tarafından tarih sahnesine sunulan
Ermeni sorunu, aslında emperyalizmin Osmanlı
İmparatorluğu'nu yıkma ve paylaşma politikasının
bir uzantısıdır.


 


4.
ERMENİ İSYAN VE KATLİAMLARI:


 


    
Ermeniler'e sırasıyla,
Anadolu'da; "Armenakan ve Vatan Koruyucuları",
Cenevre'de; "Hınçak Tiflis'te; Taşnak"
komiteleri kurdurulmuştur. bu komitelere hedef olarak doğu
Anadolu toprakları, amaç olarak ise Osmanlı
Ermenileri'nin birliği gösterilmiştir.


    
Bu amaçla kışkırtılan
Ermeni komiteleri, ilk olarak 1890 Erzurum isyanı olmak üzere,
Kumkapı gösterisi, Kayseri, Yozgat, Çorum ve
Merzifon olayları, Sason isyanı, Bab-ı ali gösterisi,
Zeytun ve Van isyanı, Osmanlı Bankası'nın işgali,
Abdulhamit'e suikast taşebbüsü ve 1909 Adana
isyanlarını çıkartmışlardır. Bu
isyanlar sırasında, 1914'de Zeytun'da 100, 1915 van
olaylarında 3000 ve 1914-1915 muş olaylarında 20.000
Türk,Ermeni mezalimi sonucu hayatlarını kaybetmiştir.


    
Ermeniler, Türk halkına en
büyük zararı, Birinci Dünya Savaşı
sırasında giriştikleri katliamlarla vermiştir. Bu
dönemde Ermeniler;Türk köylerine baskınlar
düzenlemek suretiyle sivil halka büyük zarar
vermişlerdir. Örneğin Van�ın Zeve Köyü�nün
bütün halkı, kadın, çocuk ve yaşlı
demeden, Ermeniler tarafından öldürülmüştür.


 


5.
TEHCİR KANUNU, UYGULAMASI VE SÖZDE ERMENİ SOYKIRIM
İDDİASI:


 


    
Osmanlı Hükümeti�nin
bütün iyi niyetine rağmen, ülkede Ermeni
olaylarının giderek yoğunlaşması, savunmasız
kalan Türk kadın ve çocuklarına Ermeni
saldırılarının artması ve ordunun bir çok
cephede savaş halinde bulunması nedeniyle mahalli
isyanların topyekun bir ihanete dönüşmemesi için,
cephe gerisinin emniyete alınması ihtiyacı doğmuştur.


    
Bu maksatla, 24 Nisan 1915'de Ermeni
Komiteleri kapatılmış ve yöneticilerinden 235
kişi, "devlet aleyhine faaliyette bulunmak" suçundan
tutuklanmıştır. Ermenilerin her yıl "sözde
soykırım anma günü" olarak andıkları
24 Nisan, bu tarih olup tehcirle alakalı değildir.


    
Komitelerin kapatılması, ele
başlarının ve bazı teröristlerin
tutuklanması, olayları yatıştıracağına
daha da şiddetlendirmiştir. Osmanlı Hükümeti
son insani çare olarak; savaş bölgelerindeki halk
ile Osmanlı Devleti'ne karşı casusluk ve hıyanetleri
görülenlerin, ayrı ayrı -veya birlikte savaş
alanlarından uzak yerlere "sevk ve iskanı" için
27 Mayıs 1915'de "Tehcir Kanunu"nu çıkarmıştır.


    
Göçe tabi tutulanlar,
imparatorluk sınırları içinde Ordu-Kastamonu,
Ankara-Niğde, Malatya-Maraş, Diyarbakır-Urfa-Adana ve
Suriye-Irak bölgelerine gönderilmiş olup, 1916 Ekim
sonuna kadar toplam 702.900 kişinin göç ettirildiği
belgeleriyle sabittir.


    
1914 yılı resmi verilerine
göre Osmanlı Devleti'nde 1.234.671 Ermeni nüfusu
bulunmaktadır. bu sayı Ermeni Patrikhanesi'ne göre 2.5
milyon, Lozan Konferansı Ermeni Heyeti'ne göre 2.2 milyon,
Fransız Sarı Kitabı'na göre 1.5 milyon,
Britannica'ya göre 1.5 milyon, ve İngiliz yıllığına
göre 1 milyon olarak belirtilmektedir.


     Buna
göre en fazla 700.000 kişinin göçe tabi
tutulduğu bir yer değiştirme olayında,
Ermenilerin iddia ettiği gibi 2-3 milyon kişinin
öldürülmesi mümkün değildir. çünkü,
zaten Osmanlı devleti içinde 1.230.000 civarında
Ermeni bulunmaktadır. bunun da ötesinde eğer Osmanlı
devleti Ermeni tebaasından kurtulmak isteseydi, bunu asimilasyon
yoluyla halledebilirdi. oysa açıklandığı
üzere Ermeniler, imparatorluk içerisinde Türklerden
bile rahat bir yaşam sürdürmüşlerdir.


     O
halde sözde Ermeni soykırım iddiası tamamen
uydurma olup, hiç bir belge ve kanıta dayanmayan, hukuki
zeminden yoksun olan ve Türk düşmanlığı
üzerine bina edilen, gerçek dışı, bir
hayal ürünüdür.


    
Asoghik ve Mateos'dan Voltaire,
Lamartine, Claide Farrere, Pierre Loti, Nogueres, İlone Caetani,
Philip Mashall Brown, Michelet, Sir Charles Wilson, Politis, Arnold,
Bronsart, Roux, Grousset, Edgar Granville, Garnier, Toynbee, Price,
Bombaci'ya kadar uzanan ve bazılarına hiç de Türk
dostu damgası vurulmayacak pek çok tarihçi ve
yazar Türklerin bu konudaki hakkını teslim
etmişlerdir.


    
Nitekim ABD'li Ermeni profesör
Hovannısıan, 1982 yılında Münih'te yapılmış
olan "Dünya Ermenilerinin Problemleri Kongresi'nde bu
gerçeği, "Ermeni soykırımı
ispatlanamamıştır. Soykırım hukuken
geçersizdir ve zaten zaman aşımına da
uğramıştır" şeklinde dile getirmiştir.


    
Ayrıca, 1998 Haziran ayı
içerisinde İngiliz Hükümeti, lordlar
kamarasında Ermeni soykırımına ilişkin
sorulara maruz kalmış ve bunlara yazılı olarak,
"Türk Hükümeti'nin Ermeni tebasını yok
etmeye dair bir kararının mevcudiyetine ilişkin bir
kanıt bulunamadığından, İngiliz Hükümeti,
1915 olaylarını soykırım olarak tanımamıştır"
yanıtını vermiştir.


    
ABD'li Prof. Bernard Lewis ve Prof.
Stanford Shaw da, sözde Ermeni soykırımının
gerçek olmadığı konusundaki tezleri nedeniyle,
Ermenilerin yoğun tepkisine maruz kalmıştır.
soykırım iddiasına Bernard Lewis, 1993 yılında
"Le Monde" gazetesinde yayımlanan makalesinde şöyle
değinmiştir: "Osmanlı Hükümeti'nin
Ermeni ulusuna karşı kitlesel imhayı öngören
bir planı olduğunu gösteren geçerli kanıt
yoktur. Türklerin 'tehcire' (Ermeni halkın savaş
alanından alınarak başka yerlere gönderilmesi)
başvurmalarının meşru nedenleri vardır.
Çünkü Ermeniler, Osmanlı topraklarını
işgal eden Rusya ile ittifak halinde Türklere karşı
çarpışıyorlardı".


Yine
Dr. Karakın Pastırmacıyan'ın "Anadolu'yu
sarkı şimendifer meselesi" adlı kitabında,
Erzurum çevresinde yaşayan 15.000 civarındaki
Ermeni'nin kendi isteğiyle Türkiye'yi terk ettiği,
Ermenilere Türkler tarafından baskı yapılmadığı
ve soykırım gibi bir muamelenin olmadığı yer
almaktadır.


 


6.
SOYKIRIM NEDİR? ÖRNEK SOYKIRIM OLAYLARI:


 


    
Soykırım; ırk,
milliyet, etnik ve din farklılıkları nedeniyle insan
gruplarının yok edilmesidir. bu suç direkt olarak
bir hükümet tarafından veya onun rıza göstermesi
ile işlenebilir. Birleşmiş milletler genel kurulu
dünyada soykırım suçunu önlemek ve
cezalandırmak için 1948'de "Soykırım
Sözleşmesi"nı kabul etmiş ve Türkiye de
bu sözleşmeye 1950 yılında taraf olmuştur.


    
Soykırım dendiği zaman,
II nci dünya savaşı boyunca Nazilerin Yahudilere ve
diğer etnik gruplara karşı giriştikleri kitlesel
kıyım akla gelir. 1939 ila 1945 yılları
arasındaki dönemde, 5-6 milyon Yahudi, 3 milyondan fazla
Sovyet savaş tutsağı, birer milyondan fazla Polonya ve
Yugoslavya sivil halkı, 200.000 civarında çingene ve
70.000 özürlü insanın canına kıyılmıştır.
İşte soykırım budur.


    
Bunlara ilave olarak, Birleşmiş
Milletler'in önleyici yönde sözleşmesi olmasına
rağmen, modern çağda da sayısız soykırım
olayı görülmüştür. örneğin
1965-1966 yıllarında Endonezya ordusu bir milyon komünisti
ve ailelerini öldürmüş, 1975-1979 yılları
arasında Kamboçya'da Kızıl Kmerler 1.7 milyon
Kamboçyalı'yı katletmiş, 1994'de Ruanda'da
500.000 Tutsi, Hutular tarafından öldürülmüş
ve 1991'den sonra Bosna-Hersek ile Kosova'da binlerce Müslüman
Sırp vahşeti sonucu hayatını kaybetmiştir.


    
Soykırım suçu, gerçek
anlamda yukarıda örneklenmiş olan olaylarda
işlenmiştir. Ermenilerin iddia ettiğinin aksine, 1915
yılında doğu Anadolu bölgesindeki Ermenilere
yönelik uygulama, sadece güvenliğin sağlanması
amacıyla imparatorluk içinde başka bir bölgeye
göç ettirme olup soykırım ile hiç bir
alakası yoktur.


    
Ermenilerin doğu Anadolu'da savaş
ve tehcir sırasında kayıplar verdikleri doğrudur.
ancak bu kayıplar, doğu Anadolu'da yaşanan savaş
ve isyanlar nedeniyle asayişin sağlıklı olarak
sağlanamaması, araç, yakıt, gıda, ilaç
yetersizliği, ağır iklim şartları ile tifüs
gibi salgın hastalıkların yol açtığı
tahribat sonucu meydana gelmiştir.


    
Aslında Ermeniler, geçmişte
hakimiyeti altında yaşadıkları devletlere
ihanetlerinden dolayı bir çok kez buna benzer göç
hareketlerine tabi tutulmuşlardır. Sasaniler 379'larda
70.000 Ermeni'yi İran'a, Bizanslılar 1025'lerde Doğu
Anadolu'daki 40.000 Ermeni'yi Sivas ve Kayseri'ye, Memluklar
1250'lerde 10.000 kadar Ermeni'yi Mısır'a, 1743'de
İranlılar 24.000 Ermeni'yi İran içlerine ve
1777'de Kırım'ı işgal eden Ruslar bölgedeki
binlerce Ermeni'yi steplere sürmüştür.


    
Tarih boyunca sayısız göç
ve sürgün olayına maruz kalan Ermenilerin, bunların
hiç birini gündeme getirmeden, sadece 1915'de Osmanlı
devleti tarafından son derece haklı gerekçelerle
göçe tabi tutulmalarını sözde soykırım
adı ile sorun haline getirmeleri maksatlı olup, Türkiye'nin
bütünlüğünü bozmaya yönelik
politikaların bir ürünüdür. Batılı
ülkelerin, Afrika ve Balkanlar'da yaşanmakta olan gerçek
anlamdaki soykırım hareketlerine seyirci kalarak, sözde
Ermeni soykırımına sahip çıkmaları,
bunun en iyi göstergesidir.


 


7.
ERMENİ TERÖRÜ:


 


    
Türkiye açısından
Ermeni sorununun önemli bir boyutu, Ermenilerin Türklere
karşı silahlı terör metodolojisini kullanmaya
başlamalarıdır. Özellikle Türk devlet
adamlarına yöneltilen bu taarruzu strateji ilk defa 1905'de
II. Abdülhamit'e yapılan bombalı saldırı ile
başlamıştır. 1965 yılına kadar sakin
bir dönem geçirdikten sonra, Ermeni lobisinin desteğiyle
terör hareketleri birdenbire tekrar ortaya çıkarılmış,
1972 yılı sonuna kadar çeşitli ülkelerde
20'ye yakın anıt dikilmiş, basın ve yayın
faaliyetleri programlı olarak uygulamaya konmuştur.


    
Ermeni terörü, yurt
dışındaki Türk görevlilerine,
temsilciliklerine ve kuruluşlarına yönelik silahlı
saldırılar şeklinde kısa zamanda hızlı
bir tırmanış göstererek yoğunluk
kazanmıştır. Bu dönemde, Avrupa ve doğu
ülkeleri ile Suriye ve Lübnan'da üsler edinen
Ermeniler, Kıbrıs Rumları ve Yunanistan ile işbirliği
içine girerek eylemlerini gerçekleştirmişlerdir.


    
Ermeni terör örgütleri,
dış dünyanın tepkileri üzerine taktik
değiştirerek, PKK terör örgütü ile
işbirliğine gitmişlerdir. 1984 yılında
cereyan eden Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla, PKK
sahneye itilmiş ve Asala-Ermeni terörü geri plana
çekilmiştir.


    
Ermeni terör örgütlerinin
müşterek amacı; her fırsattan yararlanarak
Türkiye'yi istikrarsızlığa sürüklemek
ve sözde işgal altındaki Ermeni topraklarını
kurtararak, "bağımsız bir Ermenistan"
kurmaktı. bu gün devlet olma özelliğini elde eden
Ermenilerin, söz konusu isteklerinin değişik başlıklar
altında devam ettiği görülmektedir.


 


8.
BUGÜNKÜ DURUM VE SONUÇ:


 


     
SSCB'nin dağılmasından
sonra, 23 Eylül 1991'de bağımsızlığını
ilan eden Ermenistan Cumhuriyeti, Türkiye'ye yönelik "sözde
soykırım" iddialarını bir devlet politikası
haline getirmiştir. Ermeniler, zulme ve haksızlığa
uğramış bir toplum imajı yaratarak, dünya
kamuoyunu başta ABD ve Fransa olmak üzere belli başlı
devletleri ve uluslararası kuruluşları, Ermeni davası
lehine çekmeye çalışmaktadır.


    
Böylece soykırım
iddiaların kabulü ve tesciline bağlı olarak,
Türkiye'den yüklü bir tazminat almak ve son aşamada
ise Türkiye sınırları içerisinde
bulunduğunu iddia ettikleri sözde Ermeni topraklarının
iadesini sağlayarak büyük Ermenistan'ı kurmak
yönünde bir siyaset izlemektedirler. Nitekim Ermenistan
parlamentosu 23 Ağustos 1990'da kabul ettiği bildiride;
"Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiyesi ve batı


Ermenistan'da
gerçekleştirilen 1915 soykırımının
uluslararası kabul görmesi çabasını
destekler" maddesine yer vermiştir.


    
Sözde soykırımın
tanınmasını hedefleyen girişimler, özellikle
Belçika, Fransa, Avustralya, Yunanistan, Lübnan, Kanada,
Rusya, ABD ve Arjantin'de yoğunlaşmış ve bu
ülkelerde ardı ardına soykırım anıtları
dikilmeye başlanmış, hatta bazılarının
okullarında sözde soykırım ders olarak okutulmaya
başlanmıştır. Bu alanda en önemli gelişme
ise 29 Mayıs 1998'de Fransa meclisi tarafından sözde
Ermeni soykırımının resmen tanınmasına
dair tasarının onay için senatoya gönderilmesidir.


    
Ter-Petrosyan yönetiminin
nispeten ılımlı tutumundan sonra, Nisan 1998'de
Koçaryan'ın cumhurbaşkanı olmasıyla
birlikte, aşırı milliyetçi hareketler serbest
bırakılmış, ve Ermenistan Türkiye ile
ilişkilerinde sertlik yanlısı bir politika izlemeye
başlamıştır.


    
Bunun yanı sıra Koçaryan,
yapmış olduğu resmi bir açıklamada;
"soykırımı hiçbir zaman unutmayacaklarını,
dünyaya bu trajediyi hatırlatmak durumunda olduklarını,
soykırımın cezasız kaldığını
ve uluslar arası tanıma ile kınamanın layık
olduğu şekilde gerçekleşmediğini"
ifade etmiş, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 53.
oturumunda da bilinen iddialarını tekrarlayarak,
Ermenistan'ın Türkiye ve Azerbaycan tarafından abluka
altına alındığını dile getirmiştir.


    
Günümüzde sözde
Ermeni soykırımı adı ile bütünleşmiş
olarak görünen Ermeni sorununun; Türkiye'den tazminat
almak ve ardından toprak talep etmek, PKK terör örgütüne
örtülü de olsa destek vermek ve Türkiye'ye dost
olmayan çevre ülkelerle ittifak kurmak suretiyle ülkemiz
aleyhine faaliyetlerde bulunmak ve Yukarı Karabağ ile
Azerbaycan konusunda uzlaşmaz bir tutum içerisinde olmak
gibi boyutları bulunmaktadır.


    
Sonuç olarak Ermeni sorunu,
Osmanlı döneminde bu imparatorluğu parçalayarak
çıkarlarına ulaşmayı amaçlayan
ülkelerce ortaya çıkarılmış, bu gün
ise isimleri değişmekle birlikte aynı çıkar
çevrelerinin Türkiye üzerindeki emellerini
gerçekleştirmek istemeleri ve bölgede güçlü
bir Türkiye arzu etmemelerinden dolayı, çeşitli
yönleriyle birlikte sıcak tutulan suni bir sorundur.


 


 




Yunus
CETINKAYA

Sanliurfa /
TURKIYE

yunuscetinkaya@yahoo.com

yunus_cetinkaya@hotmail.com

ICQ
= 109 569 667