3 Mayıs 2009 Pazar

ADNAN MENDERES DÖNEMİ TÜRKİYE


ADNAN
MENDERES DÖNEMİ TÜRKİYE


Taylan
Karayol



     1950-1960
yılları arası Türk Siyasi Tarihi açısından
son derece önemli olaylara sahne olmuştur.Bu dönem
faal olarak çok partili siyasetin uygulanmaya çalışıldığı
ilk dönemdir.Bu yüzden çok hassas ve zor bir dönem
olmuştur.Bu dönemde Adnan Menderes başkanlığında
Demokrat Parti hükümeti görev yaptı.



     Celal
Bayar’ın Cumhurbaşkanı, Adnan Menderes’in
başbakan olarak iktidarları 10 sene devam etti. CHP
iktidarı DP’ye devrederken, Merkez Bankası’ndan
280 milyon dolarlık döviz rezervi vardı. DP, ithalatı
serbest bıraktı. Lüzumsuz birçok mal, mesela
çeşitli markalarda otomobiller, kamyonlar ve traktörler
memleketimize sokuldu. 1954’de döviz rezervi sıfıra
indi. Karaborsa başladı.



          1950
- 1960 arasında Adnan Menderes, memlekette bir takım
yatırımların yapılması ve Türkiye’nin
biran evvel kalkınması için büyük çaba
gösterdi. Döviz yokluğuna rağmen, borç
alınarak bir kısmını özel sektörün
gerçekleştirdiği birçok yatırım
yapıldı. İstanbul’da imar hareketleri başladı.
Ancak ekonominin bozulması, bu çalışmaların
devamına fırsat vermedi.



     Ekonomik
duruk kötüye gittikçe, CHP daha sert muhalefet
yapmaya başladı. Bir taraftan ekonomik sıkıntı,
diğer taraftan CHP/DP mücadelesi her şeyi unutturdu.
Ortaya "Vatan Cephesi" çıkarıldı,
tahkikat komisyonları kuruldu. 1960’da sıkıyönetim
ilan edildi. Harp Okulu yürüyüş yaptı.



     1955
yılından sonra başbakan Adnan Menderes'e karşı
olan güven sarsılmaya başladı.3-4 yıl içinde
de bu güven tükenme noktasına geldi.Muhalefetin yoğun
baskısı, dış politikada izlenen yanlış
yollar, ekonominin kötüye gidişinin engellenememesi
ilk yıllarda Menderes'e tapan ve oylarını onun için
kullanan Türk halkının güvenini iyice
azaltmıştır.



     Bütün
bunların sonucunda 27 Mayıs sabahı Silahlı
Kuvvetler adına radyodan yayınlanan bildiride, "Bu gün
demokrasimizin içine düştüğü buhran
ve son mühessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş
kavgalarına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı
Kuvvetleri memleketin idaresini eline almıştır."
ilanıyla Demokrat Parti'nin ve Adnan Menderes'in görevlerine
son verilmiş DP hükümeti tasfiye edilmiştir.Bunun
sonucu olarak da hapis cezaları ve idamlar gerçekleşmiştir.



 


 



    Adnan
Menderes zamanındaki Türkiye’den bahsedebilmek için
ilk olarak Adnan Menderesin kim olduğunu ve demokrat partiyle
olan ilişkisini çözmemiz gerekir.


HAYATI:


    
Adnan Menderes 1899 yılında
Aydın’da doğdu.Babası İzmirli Katipzade
İbrahim Ethem Bey, annesi Aydınlı Hacı Ali
Paşazadeler’den Tevfika Hanım’dir. Anne ve
babasını küçük yasta kaybetti.Onu
anneannesi büyüttü.Tahsil hayatına İzmir
İttihat ve Terakki Mektebi’nde başlayan Adnan
Menderes, Kızılçulu Amerikan Koleji’nde
okurken misyonerlerle başı derde girdiği için
çeşitli mercilere müracaat etti.Müracaat ettiği
makamların birinin başında Celal Bayar vardı.Bayar’la
böyle tanışmış oldu.
    
Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitiren Adnan Menderes Birinci
Dünya Savaşı sırasında yedek subay olarak
askerliğini yaptı.Aydın’da bazı
arkadaşlarıyla birlikte Ay yıldız Çetesi’ni
kurdu.Daha sonra Söke’de Piyade Alay Yaveri olarak savaşa
katildi.Savaştan sonra İstiklal Madalyası aldı.
    
Ali Fethi Okyar tarafından 1930 senesinde kurulan ancak kısa
sürede kapatılan Serbest Fırka’nın Aydın
teşkilatını kurarak başkanı oldu.Bu parti
kapatılınca CHP’ye girdi ve 1931 yılında bu
partiden Aydın milletvekili seçildi.
    
1945 senesine kadar TBMM’de komisyon raportörlüğü
yapan Adnan Menderes, o yıl Saraçoğlu Hükümeti’nin
getirdiği Toprak Kanunu tasarısını şiddetle
tenkit ederek komisyondan istifa etti.Partide yaptıkları
muhalefetten dolayı bir süre sonra Refik Koraltan ve Fuat
Köprülü ile birlikte CHP Disiplin Kurulu tarafından
12 Haziran 1945’te ihraç edildiler.
    
Celal Bayar da hem partiden hem de milletvekilliğinden istifa
etti.Artık sıra Demokrat Partinin kurulmasına geldi.


DEMOKRAT
PARTİ:


    
1945’lerde dünya
demokrasiye doğru gidiyordu.7 Haziran 1945’te meclis
murakabesinin anayasanın reddine uygun şekilde müessir
hale getirilmesi, siyasi hak ve hürriyetlerin, anayasanın
manasına uygun şekilde genişletilmesi parti
çalışanlarının bu esaslara göre
düzenlenmesi maksadıyla,CHP grubuna İzmir Milletvekili
Celal Bayar, İçel Milletvekili Refik Koraltan, Kars
Milletvekili Fuat Köprülü ve Aydın Milletvekili
Adnan Menderes tarafından bir takrir verildi. Dört imza
taşıdığı için bu takrire “Dörtlü
Takrir” adı verilmiştir.



Bu takrir hakkını Celal
Bayar “Çankaya’da İnönü’nün
başkanlığında toplantılar yapıldığını
işitiyorduk.Bu toplantılarda takririn reddedilmesi ve imza
sahiplerinin grupta hırpalanması uygun görülmüş
olduğu  kulağımıza gelmişti.”
Takrir 12 Haziran 1945’te görüşüldü.
Bu konuşmalar sırasında takrir sahiplerine hareket
derecesine varan şiddetli hücumlar yapıldı. Rasih
Kaplan , Bayar’a, Saffet Arkan, Köprülüye hücum
etti. Takrir sahipleri bilhassa Adnan Menderes’in takririni
izah etti. 7 saat süren takrir, sahiplerine hareketle dolu bir
görüşmemeden sonra Saraçoğlu kürsüye
geldi. Halk Partisi’nin takrirde yazılı olduğu
şekilde ıslaha muhtaç olmadığını,
partinin esasen demokratik esaslara dayanmış olduğunu
anlattı. Tavsiye ederim, arkadaşlar takrirlerini geri
alsınlar.(Bu esnada bazı milletvekilleri: Onlar bizim
arkadaşlarımız değillerdir diye bağırdıkları
duyuldu.)


    
Bunun üzerine Bayar sert bir
sesle “Biz verdiğimiz takriri geri alacak insanlar
değiliz.” diyordu.


    
Takrir oylandı ve 4 takrir
sahibine karşı ,grubun büyük oy çoğunluğu
ile reddedildi. Redde gerekçe olarak, önergede istenen
tüzük değişikliği kurultayda; “kanun
teklifleri de Mecliste verilecek tekliflerle gerçekleştirilir,
grupta görülmesinde imkan yoktur.” denilmiştir.



     Dörtlü
takririn reddinden sonra Adnan Menderes ve Fuat Köprülü
fikir ve düşüncelerini Vatan Gazetesi’nde
yazdılar.Bu durumda Dörtlü Takrir sahipleri yeni bir
parti kurma fikrinde ve kararında değillerdi. Nitekim Celal
Bayar, Milliyet Gazetesi yazarlarından Abdi İpekçi’ye
her hafta “Konuk Köşesi” nde “Yeni bir
parti düşüncemizde o vakit yoktu. Ben kendi hesabıma
söylüyorum.Diğer arkadaşların hesabına
söyleyemem. Parti içinde CHP’yi normal bir parti
haline getirmek için mücadele edecek”diyordu.


    
Vatan Gazetesi’ndeki Dörtlü
Takrir istikametindeki neşriyatı ve Meclisteki konuşması
üzerine 21 eylül 1945 Cuma günü CHP Genel
Başkanlık Divan Şükrü Saraçoğlu’nun
başkanlığında saat 17.00’da toplanarak
Adnan Menderes ile Fuat Köprülü’nün
oybirliği ile CHP ile ilgilerinin kesilmesine kara verildi.
Celal Bayar, Dörtlü takrirden sonra Basın Kanunun 17
ve 50. maddesinin tadili hakkında  TBMM’ye bir takrir
vermiştir.Bu teklifte oybirliğiyle reddedildi.


    
Bayar partisinden ihraç
edilen iki arkadaşıyla beraber olduğunu söyleyerek
26 Eylül 1945’te aynı şekilde CHP den ihraç
edildi.


    
Bundan sonra Celal Bayar, Refik
Koraltan, Fuat Köprülü ve Adnan Menderes tarafından
yeni parti kurulma çalışmalarına hız
verildi ve 7 Ocak 1946 da Demokrat Parti kuruldu.


    
DP Demokratik hak ve hürriyetlerin
tam ve kamil manasıyla gerçekleştirileceğini
ifade ediyor, siyasi hak ve hürriyetlerin Teşkilat-ı
Esasiye Kanunu’nun gerektirdiği genişlikte
kullanılacağı, özel teşebbüse önem
verileceği belirtiliyordu.


    
DP Genel Başkanlığına
gizli oyla Atatürk’ün yakın arkadaşı
ve son Başvekil Celal Bayar getirildi.


    
Demokrat Parti’nin kuruluşu
üzerine  Celal Bayar bir basın toplantısı
yaptı. Bu toplantı çok büyük ilgi
gördü.Kuruluş anından itibaren basının
büyük kısmı partiyi tanıtma hususunda adeta
birbirleriyle yarış halindeydiler.Halbuki demokrasiye geçiş
aşamasında kurulan ilk parti “Milli Kalkınma
Partisi” idi. Bu partiye aynı alaka gösterilmemişti.
DP bütün yurtta büyük sevgi ve alaka ile
karşılandı.Hızla gelişti. Kurucular her
gittikleri yerde büyük ilgilerle karşılaşıyorlardı.
Bu alaka ve sevgi “iktidar partisine olan bıkkınlıktan,
muhalefet partisine olan arzudan doğma” diye izah
edilemez. Çünkü DP’den 6 ay önce kurulan
Milli Kalkınma Partisine aynı alaka gösterilmemişti.
Bu alaka ve sevginin nedenini kurucularına karşı
duyulan sevgi ve güvende aramak lazımdır.


    
Bu büyük sevgi ve güven
tezahürünün Sayın Bayar’ın Terakki
döneminde İzmir Katibi mesulü olarak yaptığı
hizmetlerde, Kuva-yi Milliye’yi öven sözlerinin
hafızalarda bıraktığı izin devamında;
gene Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik mimarı
oluşunda, İş Bankası’nın kurucusu
olmasında, Atatürk’ün yakın arkadaşı
ve son Başbakanı olmasında, basiretli ve 
temkinli hareketlerinde aramak gerekir.


    
DP’nin gelişmesi çok
süratli seyrediyordu. Ankara’da DP’nin kurulduğunu
Anadolu Ajansı verdiği halde, diğer vilayetlerde
kuruluşundan bahsetmiyordu. Bu hızlı gelişmeden
CHP tedirgin olmağa başladı.Bu konuyla ilgi Bayar,
Başvekilim Menderes isimli kitabında  şöyle
söylüyordu.”İktidar yeni bir partinin hızla
gelişmesinden tedirgin olmaya başlamıştı.
Kısa bir süre sonra CHP memleketi 23 bölgeye bölerek
her birine parti müfettişi gönderdi.Bu parti
müfettişleri gittikleri bölgelerde Halk Partisi’nden
DP’ye başlayan akını durdurmaya, illerde devlet
idaresini, DP’ye karşı kullanmaya çalışıyordu.
Buna rağmen gayretler boşa gidiyordu. DP bütün
Türkiye sathında yıldırım gibi gelişmeye
devam etti.”



     Basın
yoluyla da DP’nin önü kesilmeye çalışılmıştır.
Mesela Ulus Gazetesi Fransız İhtilalinden örnekler
vererek DPlileri tehdit ediyordu. Bayar’ın cevabı ise
şöyle olmuştur”Bugün büyük
titizlikle dikkat ettiğimiz husus Halk Partisinden gelmiş
olursa olsun, iktidar elindeki kuvvetlerle nasıl manevralara
girerse girsin, DP olarak kendi çizgimizden dışarı
çıkmamak olmuştur. Bu çizgi yukarıda
belirttiğim gibi, memlekette vatandaşın huzurunu
sağlamak için kanun yolundan sapmamak, sertliğe
sertlikle cevap vermemek,iktidarın tuzaklarına
düşmemektir.”   


DP
İKTİDARI:


    
On yıllık DP egemenliği,
genel seçimlerle  üç alt döneme
ayrılır.Bu seçimlerde uygulanan çoğunlu
sistemi,iktidar partisinin TBMM de (oyların yarısından
biraz çoğuyla, sandalyelerin yüzde doksan küsürü
gibi) sandık sonuçlarından çok daha fazla
temsil edilmesi sonucunu vermiştir.


    
DP’nin sınıfsal
niteliği ve kimin çıkarlarına hizmet
ettiği,değerlendirme yapanın bakış açısına
göre değişen, pek tartışmalı bir
konudur. Siyasal liberalizm terimleriyle, bunun tek-partili
otokrasisine karşı yükselen bir halk hareketi olduğu
ortaya sürüldüğü gibi, memleketi kapitalist
ve emperyalist bloğa temsil eden bir egemen sınıflar(büyük
toprak sahipleri ve ticaret burjuvazisi) koalisyonu olduğu da
iddia edilmiştir.Bu savların her ikisinde de gerçek
payı vardır. Yadsınmayacak olan bu dönemde
Türkiye’nin o zamana kadar görülmemiş bir
gelişme içine girmesidir. Üretim artmış,
milli gelir yükselmiş, karayolları, barajlar vb.
şeyler yapılmıştır. Buna bağlı
olarak köy enstitüleri baltalanmış olmasına
karşın, eğitimde de kurum, öğretmen ve
öğrenci sayıları bir kat artmıştır.
Silahlı kuvvetler, sağlanan dış yardım
sayesinde eskisinden çok daha fazla güçlenmiş.
(Zaten DP’nin bir askeri darbeyle yıkılışında,
subaylara bu maddi güçle orantılı bir yaşam
düzeyi sağlanmamasının büyük etkisi
olmuştur.)


    
DP iktidara geçince, Celal
Bayar cumhurbaşkanı, Adnan Menderes başbakan, Refik
Koraltan  da TBMM başkanı olmuştur. Celal Bayar
cumhur başkanı seçilir seçilmez, DP genel
başkanlığından istifa etmiş ve parti genel
idari kurulu, onun yerine Adnan Menderesi genel başkanlığa
getirmiştir.


    
Hükümetin programında
anti-komünizm  teması işlenirken, gericilikte bir
komünizm taktiği olarak tanımlanmıştır.
Aslında son CHP hükümetleri, dine baskı diye
görülen bazı noktalarda, ödünler vermeye
başlamışlardı. DP çoğunlukla yeni
TBMM de, 16 Haziranda oybirliğiyle  Arapça Ezan
yasağını kaldırarak, bu yolda bir adım daha
attı. 14 Temmuzda ise, bir genel af yasası
çıkararak,eskiden işlenmiş hemen bütün
suçlar bağışlandı.


    
DP iktidarının ikici ayı
olan 1950 Temmuzunun başlarında, dış ticarette
geniş çaplı bir liberasyona gidildi; aynı ayın
sonlarında, Kore’ye 4500 kişilik bir tugay
gönderilmesine karar verildi. Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi, Kuzey Kore’nin Güneye saldırmasına
karşı konulmasını kararlaştırmıştı.
Türk hükümeti ise, böyle bir jestle NATO’ya
kabul edilmemizi kolaylaştırmak istiyordu.( Nitekim ertesi
yıl 12 Ekim 1952 de NATO’ya çağırıldık;
antlaşmanın TBMM’ce onaylanması 16 Şubat
1952.) CHP muhalefeti, bunu bir başarı olarak
karşıladı,ancak TBMM kararı olmadan savaşa
girmenin yanlışlığı konusunda biçimsel
bir itirazda bulunmakla yetindi.


    
Bu arada 29 Haziran 1950’de
CHP 8. Kurultayı topladı ve İnönü’yü
yeniden Genel Başkanlığa seçti. Genel
Sekreterliğe ise, onun istediği gibi, Nihat Erim
getirilmedi; kurultay, bu mevkiye, partinin çağdaşlaştırma
akımının öncüsü olan Kası Gülek’i
seçti


    
1950-54 döneminde
iktidar-muhalefet ilişkisi, partilerin rolleri değişmiş
olarak, tıpkı önceki 1946-1950 döneminde olduğu
gibi, siyasal özgürlükle ilgili çatışmalar
halindedir. 1950 ye gelindiğinde CHP 27 yıllık”devlet
partisi”idi. Bu süre boyunca partiye hazineden birçok
mal-mülk vb. kaynak aktarılmıştır. Bu geniş
varlığın ana muhalefete siyasal mücadelede haksız
bir avantaj sağladığını ileri süren
iktidar, 1953 sonunda CHP’nin haksız iktisaplarının
hazineye devri” ni öngören bir yasa çıkartıp
uygulamaya koyuldu. Bu halk evlerinin sonu anlamına geldi. DP
muhalefetteyken en çok eleştirildiği noktalardan
biri radyonun, hükümet tarafından parti propagandası
olarak için kullanılmasıydı. Oysa, iktidara
geçtikten sonra oda devlet radyosunu kendi tekeline almakta
gecikmedi.


    
DP gerek siyasi gerekse ekonomik
anlamda liberal bir platformla iktidara gelmiştir. 1950-54
döneminde, bu imajı korumaya genel olarak başarmışsa
da radyo gibi bazı konulardaki tutumu, DP liberalizminin
sınırlarını ortaya koymuştur.


    
DP, yasal çerçevedeki
anti-demokratik öğeleri ayıklamayı vaat etmişti.
Gerçekten, bu yönde bir takım çalışmaları
olmuş; ama özellikle basına karşı hoşgörülü
davranmayı başaramamış, eleştirilmeye
dayanamamıştır. Daha 1951 de resmi ilanlar kararnamesi
çıkararak, gazeteleri hükümetin takririne göre
ödüllendirmek yada cezalandırmak olanağını
elde etmiştir. 1953 temmuzunda yapılan bir Ceza Kanunu
değişikliğiyle de, bakanların basında küçük
düşürülmesine karşı yaptırımların
uygulanması, adeta otomatik hale getirilmiştir. 1954
seçimleri öncesinde de Basın Kanunu tadil edilerek,
ispat hakkı tanınmaksızın,basına karşı
hükümetin konumu güçlendirilmiştir. 


    
CHP iktidarı tarafından,
İkici Dünya Savaşı sonlarında başlatılan,
Batıya yaklaşma politikasını DP de sürdürmüştür
ve az önce deyindiğimiz gibi NATO’ya kabul edilmekle
başarıya ulaşmıştır. Ancak, DP’nin
Batıcı dış siyaseti bununla kalmamış,
ABD’nin isteğiyle Yakın Doğu ve Balkanlarda yeni
pakt arayışlarında bulunmuştur. Bu dönemde,
Türkiye Arap dünyasına İngiliz ve Fransızlara
karşı baş gösteren bağımsızlık
hareketlerini desteklemediği gibi, İran’da da
Musaddık’ın petrolü millileştirme yolundaki
girişimlerine cephe almıştır. DP hükümeti
Irak ve Pakistan’daki Batı uydusu rejimlerle işbirliğine
başlamış, Yunanistan ve Yugoslavya ile de birçok
ortak savunma antlaşması imzalamıştır.Yakın
Doğudaki bu çabalar, ileride Bağdat Paktı’nın
imzalanmasına varacak, Balkanlardaki çalışmalar
ise Stelin’in ölümünden sonra,Sovyetlerin
Yugoslavya’ya karşı tutumunun yumuşaması
nedeniyle geniş ölçüde boşa çıkacaktır.
1954 yılının başlarında cumhurbaşkanı
Celal Bayar ABD ye gidip bir buçuk ay kalmıştır.


    
Uluslar arası ekonomik
ilişkilerde de, kalkınma için gerekli yatırımların
hiç değilse bir bölümünü dış
kaynaklardan sağlamak amacıyla, 1950-54 döneminde bir
dizi önlem alınmıştır.Daha 1950 yılının
Ağustos ayı başlarında kurulan Türkiye
Siyasi Kalkınma Bankası, ekonominin finansmanı için
yabancı sermayeden de yararlanma arzusunun bir sonucuydu. DP
iktidarı, 1951 ve 1954’te yabancı sermayeye giderek
daha elverişli çalışma koşulları
sunan teşvik kanunları çıkarmıştır.
Ayrıca, petrol arama konusunda da, yine yabancı sermaye
çekmeye yönelik özel bir yasa düzenlemesi
yapılmıştır.


    
DP’nin ekonomi
politikası,Cumhuriyetin başından beri uygulanan,
devletin yardımıyla özel girişimi geliştirme
stratejisinin devamıydı. Ancak 1930’larda dünya
konjonktürünün zorlamasıyla uygulanan devlet
işletmeciliği yerine, dolaylı devlet desteği
sağlanmak isteniyor, hatta kamu ekonomik kuruluşlarının
özel mülkiyete devri tasarlanıyordu. Oysa, bu niyetler
gerçekleşmemiş ve DP iktidarı boyunca, devletin
ekonomik yaşamdaki doğrudan payı azalmıştır.



Türkiye Sanayi kalkınma
Bankası örneğinin gösterdiği üzere,
kalkınmada endüstrileşme gereği vurgulanmaktaydı.
Fakat DP’nin ilk yıllarındaki ekonomik başarıları
endüstriden çok,tarım alanında olmuştur.”Adnan
Menderes gerçekten toprağı iyi etüt etmişti.
Anatomisini, fizyolojisini,sevgisini,dertlerini, ihtiyaçlarını,
diyebilirim ki, Menderes kadar toprağı iyi tanıyan
ikici bir devlet adamı mevcut olmamıştır. Bu
bilgisiyle çok övünürdü.”
İktisatçılar, 1949’un kötü
hasadından sonra, 1950 ve 1951’in iyi hasatlarını
DP için büyük şans saymaktadırlar.”Onun
(Menderes) kadar Türkiye’yi iktisadi bakımdan
istiklale kavuşturacak konuları bilen,onun kadar
nüfuzumuzun yüzde seksenini teşkil eden çiftçi
kitlesinin, acılarını, yokluklarını,
dertlerini,sıkıntılarını anlayan ve bunların
çarelerini iyi analiz eden bir başka devlet adamı o
günlerde yoktu.” Gerçekten uygun iklim koşullarına,
CHP iktidarının savaş sırasında biriktirdiği
döviz ve altın yedeklerinin ve artan ABD askeri ve ekonomik
yardımı bir araya gelince, 1950-54 döneminde hızlı
bir ekonomik gelişme olmuştu. Fakat, sonraki yıllarda
bu temponun sürdürülmeye çalışılması,
DP’yi büyük zorluklarla karşı karşıya
getirecektir.


    
1954 seçimlerinde, CHP üç
ilde (Malatya, Konya ve Sinop), CMP ise bir ilde (Kırşehir) 
çoğunluk sağlayabilmiş, geri kalan illerde DP
kazanmıştı. Yenilenen DP iktidarının ilk
işlerinden biri, muhalefete oy veren illeri cezalandırmak
olmuş; Malatya ikiye bölünerek birde Adıyaman
oluşturulmuş, Kırşehir ise ilçeliğe
indirilmiş.


    
Yeni DP iktidarı, bu dönem
başında memurlara karşı bir dizi önlem
almıştır. Bunların başında, emeklilik
için gerekli en az hizmet süresini 30 dan 25 yıla
indirmesi ve emekliye sevk kararına itiraz yolunun kapatılması
gelmektedir.Getirilen bu hükümler, o vakte kadar özel
güvencelerden yararlanan  Yargıtay,Danıştay
ve Sayıştay üyeleriyle üniversite profesörlerini
kapsamakla, bu kurumların bağımsızlık ve
özerkliğini zedelemekteydi. Kısa bir süre sonra
çıkarılan başka bir yasayla da, bütün
kamu görevlilerinin bağlı oldukları teşkilat
emrine alınarak görevden uzaklaştırma olanağı
yaratılmıştır. Yargıç ve profesörlere
de uygulanabilen bu yasayla, herhangi bir memur işinden alınıp
altı ay süreyle kendine açık maaş
ödendikten sonra, yeni bir göreve atanmazsa kendiliğinden
emekliye ayrılabiliyordu. Bütün bu işlemler
sonunda yargı denetimi yolları tıkanmıştı:”Bu
kanun gereğince ittihaz olunacak vazifeden uzaklaştırma
karar ve muamelelerinden dolayı, bu muameleyi tatbik eden idare
ve şahıslar aleyhinde hiçbir idari ve adli kaza
merciine müracaat olunamaz.”Muhalif gazeteciler, çeşitli
mahkeme kararlarıyla uzun süreli hapis cezalarına
mahkum edilerek tutuklanmışlardı. Hakim teminatının
olmayışı, yargı bağımsızlığını
fiilen ortadan kaldırmıştı.(Ancak 1960 sonrası
deneyimleri, yargıçların her türlü
güvenceleri olsa bile, yasa metinlerini yorumlamakta,baştaki
hükümetten etkilenmelerinin kaçınılmaz
olduğunu gösterecektir!)


    
Bu dönemde bir ekonomik
sıkıntı başlamış ve bir deliberasyon
politikası uygulamaya konulmuştur. Dış ticaret
rejimi sıkı kayıtlar altına alınmış;
ödemeler dengesi açığını kapatmak
için ABD’den ek krediler istenmiş, ama
reddedilmiştir. Hükümet şeker ve çimento
fabrikaları başta olmak üzere, çeşitli
sanayi tesislerinin temellerini atmak ve bu törenlerin yurt
çapında propagandasını yapmak suretiyle, halkı
çekilen sıkıntıların yakında
üstesinden gelineceğine inandırmaya çalışmıştır.


    
Hoşnutsuzluğun
yayılması, DP örgütü içinde de
yankılar uyandırmıştır. Genel düzeydeki
başkaldırı ve partiden çıkarılanların
yanı sıra, kabinede bile anlaşmazlıklar doğmuş,
1955 nisanında Fuat Köprülü Dışişleri
Bakanlığından ayrılmıştır. Aynı
yılın güzünde, ispat hakkının
tanınmasını savunan 19 DP millet vekilinin yarısı
partiden atılmış,geri kalanları da kendiliğinden
istifa etmişlerdir. Ekim ayında yapılan 4. büyük
kongreden sonra, kasımdaki bir DP meclis grubu toplantısında,
kabaran eleştiri dalgası karşısında, Adnan
Menderes ancak bütün bakanlarını feda ederek
kendi başbakanlığını kurtarabilmiştir.


    
Bu bunalımın temelinde,
iç politikada tutulan baskıcı yol kadar, birbiriyle
bağlantılı olarak, ekonomik sıkıntıların
ve dış ilişkilerdeki başarısızlıkların
yarattığı tepkilerde bulunmaktadır. 1954-57
döneminin en başında, Menderes ABD’ye resmi bir
ziyaret yapmış,fakat oradan sağladığı
ekonomik yardım yetmediği için, ardından
Federal Almanya’ya gitmiştir. Bundan böyle ABD’nin
yanı sıra Federal Almanya’nın Türkiye’nin
kalkınmasına destek olacağı umulmaktaydı. Bu
dış geziler, 1954 güzünde cumhurbaşkanı
Bayar’ın, 1955 ilkbaharında da Menderes’in
Yugoslavya’ya ziyaretleri izledi. Ama Yugoslavya’nın
Sovyetler Birliğiyle arası düzelince, Balkanlarda
istenen yakın işbirliği sağlanamadı ,1955
Şubat ayı sonunda Balkan Paktı’nın
kurulması gerçekleştirildi. Geri kalan Arap
dünyasının kızgınlığına
karşın, 1955 Şubat ayı sonlarında Irak,
Türkiye ile bir pakta girdi. İran da olumlu bir tavır
takındı. Böylece CENTO Paktı doğmuş
oldu.Yunanistan’ın bu durumu ilhak etmek istemesi
sonucunda Türkiye sert bir çıkış yaptı
ve uluslar arası bir sorun alevlendi.



     6 Eylül
1955 günü, bir İstanbul gazetesinde , yunanlıların
Atatürk’ün Selanik’te doğduğu 
eve bomba attıkları haberi yayımlanınca, İstanbul
Rumlarına ve Yunanistan temsilcilerine karşı geniş
ve taşkın bir halk hareketi oldu. İzmir’de de
benzeri olaylar oldu. Daha sonra (Yassıada Muhakemeleri
sırasında),organizasyonun DP tarafından bir ajana
yaptırıldığı, halk gösterilerinin de
önceden planlandığı, ama yaygınlaşmasına
engel olunamadığı anlaşılacaktı.
“Cumhurbaşkanı : Bu facia ve rezaletin hiçbir
gerekçesi olamaz! Bu gençlik işi değildir!Böyle
protesto olmaz bu devlete indirilmek istenen bir darbedir! Tasarlanıp
hazırlanıp ortaya. çıkmıştır.”
Fakat Menderes bu düşüncenin tam zıttı bir
düşünceyi savunuyordu ona göre bu olayların
çıkma nedeni dış güçlerdi ve
istekleri ülkenin bölünmez bütünlüğünü
parçalamaktı. “Olayların Türk eseri
olmadığını bütün dünyaya
kanıtlamalıyız. Türkleri çekemeyenler
ülkenin birliğine kast etmişlerdir, maksatları
açıktır; 24 milyon Türk’e kıymak!
Milli beraberliğimizi muhafazaya mecburuz.” İzmir ve
Ankara’da sıkıyönetim ilan edildi ve olayların
sorumluluğu komünistlere yıkıldı. Hükümetten
yalnız içişleri bakanı Namık Gedik istifa
etmekle yetindi. İşte, DP’nin 4. büyük
kongresinin ve fırtınalı meclis grubu toplantısının
öncesinde bu olaylar yer almıştı.


    
Menderes zamanı Türkiye’de
önemli bir gündem maddesi olan hatta hala önemli bir
sorun olan Kıbrıs konusuna ayrıntılı şekilde
değinelim.


    
Türk
Dış Politikası’nda Türk-Yunan İlişkileri
ve İç Politika Kaygısı Türkiye bakımından
konuya bakıldığında, Kıbrıs ile
bozulmaya başlayan Türk-Yunan uyuşmazlığının
ulusal hükümetlere bir iç politika beklentisini
gerçekleştirme olanağı vermesinin ilk
örneklerinde 1950’lerin ortalarına doğru
rastlamaktayız.


    
1954 seçimlerine değin
ülkenin hızlı bir demokratikleşme ve kalkınma
hamlesi içerisine girdiği görüntüsünü
veren ve daha önceki tek parti/CHP hükümetlerinin
yaratmış olduğu ekonomik kaynaklardan da yararlanarak,
bazı alanlarda başarılı sonuçlar elde eden
Demokrat Parti’nin 1950’lerin ikinci yarısına
doğru, giderek daha totaliter bir yönetim sergilemeye
başlaması ve ekonomik sorunları çözmede
yetersiz kaldığının ortaya çıkması,
Demokrat Parti karşıtı muhalefetin güçlenmesine
olanak verirken hükümetin saygınlığı da
giderek azalmaya başlamıştır.Böylece,
Demokrat Parti, parlamentodaki çoğunluğuna karşın
hızla kamuoyu desteğini kaybetmeye başlamıştır.



     1950’lerin
ikinci yarısı başlarken, Kıbrıs konusunda
kamuoyunun sergilediği duyarlılık ve Yunanistan’ın
konuyu uluslar arası platforma taşıma uğraşı,
Demokrat Parti’ye kamuoyunda kaybettiği saygınlığı
yeniden kazanma ve içeride muhalefet tarafından
oluşturulan yoğun baskıdan kurtulma olanağı
vermiştir. “Demokrat Parti yöneticileri içteki
baskıdan kurtulmak umuduyla, sıkıntıya düşen
her hükümetin artık klasikleşmiş bir
tedbirine başvurmayı denediler.Sıkıntısını
unutturmak için halkın artık klasikleşmiş
bir tedbirine başvurmayı denediler.Sıkıntısını
unutturmak için halkın dikkatini kendi d ışındaki
bir olaya çekmek gerekiyordu.Bu sırada çetrefilleşmeye
başlayan Kıbrıs meselesi iktidara bu imkanı
sağladı.Yoğun bir propaganda ile bütün
dikkatler Kıbrıs’a çevrildi ve adanın
istikbali, başlıca milli davamız haline
getirildi.Fakat acı bir tecelli ile Kıbrıs iç
politikayı unutturacağına, kısa zamanda ve
aniden, başlıca iç meselemiz haline geldi.”



     Demokrat
Parti’nin Kıbrıs konusuyla ilgilenmeye başlaması
ve bunu bir ulusal dava olarak görmeye başlaması
gerçekten ani olmuş ve tüm kamuoyunda genel bir
kabul görmüştür.1954-55 yıllarına değin
Demokrat Parti hükümeti, Kıbrıs Türk
toplumunun, adanın Yunanistan’a bağlanması
tehlikesi karşısında sesini yükseltmesine ve bu
duruma Türkiye’de kamuoyunun ve basının
duyarlılık göstermesine rağmen sessizliğini
korumuştur.1950 Ocak ayında yaptığı bir
açıklamada Dışişleri Bakanı N. Sadak;
“Kıbrıs sorunu diye bir sorun yoktur.Buna hayli zaman
önce gazetecilere açıkça söylemiştim.Çünkü
Kıbrıs, bugün, İngiltere’nin hakimiyeti ve
idaresi altındadır ve İngiltere’nin Kıbrıs’ı
başka bir devlete devretmek niyetinde veya eğiliminde
olmadığı hakkında kanaatimiz tamdır.Kıbrıs’ta
yapılan hareketler ne olursa olsun ve bunları yapanlar kim
olursa olsun İngiltere Hükümeti Kıbrıs
adasını başka bir devlete terk etmeyecektir.Bu böyle
olunca, gençlerimiz boş yere heyecana kapılıyorlar,
gereksiz yere yoruluyorlar” demiştir.



     1954
yılına gelindiğinde ise F.Köprülü,
“Dost ve bağlaşık Yunanistan’ın
devlet adamlarıyla yapılan görüşmelerde,
Kıbrıs üzerinde herhangi bir görüş
alışverişi yapılmış değildir.Bunun
nedeni, Türkiye’nin Kıbrıs sorunu diye bir sorun
varolmadığı görüşünde bulunması
ve Kıbrıs halen İngiltere’ye ait olduğuna
göre, bu ada hakkında Yunanistan’la konuşmalar
yapılmasının uygun olmamasıdır.Biz adanın
bugünkü statüsünde bir değişiklik
yapılması gereğine inanmış değiliz”
demiştir.



     Demokrat
Parti’nin uzun süre Kıbrıs konusuna soğuk
bakmasında, her şeye rağmen, Yunanistan2la olan
ilişkilerini korumak isteğinin ağır bastığı
görülmektedir.Resmi olmayan bir görüşmeye
tanık olan N.Vergin’in anlattığına göre;
F.Köprülü, Yunan Dışişleri Bakanı
j.Politis’e; “Birden bire ortaya bir Kıbrıs
sorunu çıkarmaktasınız.Sizden rica ediyoruz,
bunu yapmayın.Sizden Atatürk ve Venizelos’un büyük
ızdıraplar, büyük çatışmalar
bahasına, tarihi yenerek kurdukları Türk-Yunan
dostluğu adına yalvarıyorum, vazgeçin, yoktan
ortaya çıkan bir Kıbrıs sorunu
çıkarmaktan.Çıkarırsanız bizi
karşınızda bulacaksınız.Türkiye bu izni
size asla vermeyecektir.” diyerek Türkiye’nin iki
ülke arasında bir sorun yaratılmasından duymuş
olduğu endişeleri belirtmiştir.



Yunanistan’ın Kıbrıs
konusunu BM Genel Kurulu’na götürmesi ve Genel
Kurulun konuyu görüşmemeye karar vermesinin ardından,
Türkiye’de siyasi iktidar, bu kararı Kıbrıs
konusunun kapanması şeklinde yorumlamıştır.Aralık
1954’te A.Menderes yapmış olduğu açıklamada;
“Bu sorun kapandığı için artık
müttefikimiz Yunanistan’la dostluğun gölgelenmemesine
dikkat ve özen göstermek zamanı gelmiş bulunuyor”
demiş ve iki ülke arasında ilişkilerin
güçlendirilmesi konusunda samimi dileklerini
açıklamıştır.


    
1955 yılında Demokrat
Parti Kıbrıs konusunda ulusal kamuoyunun duyarlılığını
dikkate alan, atak bir politika izlemeye başlayarak; muhalefet
partileri karşısında bir üstünlük
arayışına girmiş ve kamuoyunun desteğini
kazanmaya çalışmıştır.İç
politikada karşılaşılan sorunlar, ulusal kamuoyu
ve basında yer alan Kıbrıs Türklerine ilişkin
yorum ve haberler, DP hükümetinin tek başına
üstünlük kazanmasını engellemiştir.DP
hükümetinin Kıbrıs konusunda daha atak bir
politika izlemeye başlaması, basın ve kamuoyunun
isteklerine uygun olduğu gibi, muhalefet partileri de 
ulusal nitelik kazanmaya başlayan bir konuda hükümetten
ayrı bir yaklaşım içerisinde olmadıklarını
göstermeye çalışmışlardır.


    
Demokrat Parti’nin Kıbrıs
konusunda politika değiştirmesinin iç politikada
iktidar/muhalefet ilişkilerine yansımasını
M.Toker şu şekilde anlatmaktadır: “...Memleket
bir baştan ötekine Kıbrıs’la meşgulken
iç politika çekişmelerine devam etmek hiç
iyi karşılanmayacaktı.Bunu düşünen
İsmet Paşa ve Osman Bölükbaşı aynı
gün birer demeç verdiler ve Kıbrıs işinin
bütün Türk milletinin malı olduğunu, Londra
Konferansı devam ederken iç politikanın havasının
Kıbrıs’la dolu bulunması gerektiğini
söylediler.Onlar bunu yaparken, iktidar, Kıbrıs
konusunu muhalefete hücum için istismar etmenin 
planını tertipliyordu...”


    
Demokrat Parti’nin Kıbrıs
konusundaki kamuoyu ve basının ulusçu yaklaşımlarını
dikkate alarak hükümetin saygınlığını
arttırmaya çalışması, hükümeti
daha güç durumlara sürüklemiş ve
Türk-Yunan ilişkilerinde sarsıntılara yol
açmıştır.6-7 Eylül olayları ve bu
olaylar sırasında Demokrat Parti hükümetinin
tutumu hükümete saygınlık kazandırmadığı
gibi, kamuoyu, basın ve muhalefetin yoğun tepkisini
çekmiştir.Türk kamuoyu artık Kıbrıs
meselesini ulusal bir dava olarak benimsemişti. Yurdun her
köşesinden, özellikle geçlik kurumlarında,
Ankara’ya telgraflar yağıyor, gösteri yürüyüşü
yapmak, miting düzenlemek için başvurmalar,
birbirini kovalıyordu. Fatin Rüştü Zorlu meydan
toplantısı isteklerinin hepsini geri çeviriyordu.
Sokaklarda çıkıp bağırmakla, aşırı
isteklerde bulunmakla Londra da savunacağımız tezin
ciddiliğine gölge düşürebilirdik.


    
Ne var ki, Kıbrıs
mitinglerini önlemek kolay olmuyordu. Halk oyu bir kısım
basının yayınlarıyla coşturulmuştu. Bir
takım tatlı su kahramanları ‘Ya Kıbrıs
ya ölüm’, ‘Savaş isteriz’,’Yeşil
Ada kızıl olamaz’... gibi ucuz sloganlar ortaya
koyarak Kıbrıs işinin daha o günlerde kanlı
olaylara gebe olduğunu gösteriyorlardı.



     Gazete
manşetlerine çıkan beyanatında Menderes:
‘Yunanlılar Polatlı önlerinde ne arıyorlardı?
Tarihten ders almadılar mı? Gerekirse yine derslerini
veririz’ diyor, ilk kıvılcımları görülmeye
başlayan yangına körükle gidiyordu. Bu sözler
o günkü heyecanlı havaya belki yaramıştı
ama Londra’ya gitmekte olan heyetimizin işini
güçleştirmişti.



     6-7 Eylül
olayları Demokrat Parti hükümetinin dönemi
koşullarını tam olarak kavrayamadığı
açıktır. Nitekim, Londra Konferansı sürerken
Türkiye’nin İstanbul ve İzmir gibi büyük
kentlerinde özellikle Rum/Yunan azınlıklarına
yöneltilen yağma ve şiddet hareketleri hükümeti
şaşkınlığa sürüklemiştir.”Çok
güç bir felaket İstanbul’un başına
çöktü. Her taraf binlerce öfkeli insanla
dolmuş. Nereden geldiği ve nereden çıktığı
belli olmayan birtakım insanlar, ellerindeki aletlerle İstiklal
Caddesini dolduran bütün mağazaları yerle bir
ettiler. Can ve mal güvenliği kalmadı!”



     6-7
Eylül olaylarıyla ilgili Başbakan Yardımcısı
Fuat Köprülü: “...önce olayların
sorumluluğunu muhalefete yüklemeyi denedi, fakat meclis
buna iltifat etmedi...Bunun üzerine Köprülü
meşhur açıklamasını yaptı: Hükümet
olaylardan haberdardı!..Evet, hükümet olaylardan,
saldırılardan haberdardı, fakat zamanını
öğrenememişti.Ondan dolayı da İstanbul ve
İzmir, aniden parlayan yangınla yıkılıp
yakılmıştı.”


    
Vatandaş ve yabancı
İstanbul ve İzmir sakinlerinin emniyeti korunmamıştır.İşte
vukuat ile bu yakın mesuliyet ilişiği olan ve hatta
ağır suçlusu olması muhtemel bulunan Bay
Menderes’in tahkikate amir ve hakim bulunması, katı
olarak anormal, tehlikeli derecede yanlış bir yoldur. 6–7
Eylül vukuatından vahim surette mesul olan Adnan
Menderes’in Ayrılması lazımdır.


Demokrat
Parti hükümetinin Kıbrıs konusundaki
politikasında ani değişikliğe giderek kamuoyunun
duyarlılığını dikkate alması, hatta bu
duyarlılığı daha da kamçılaması
sonucunda elde etmek istediklerinin tersi sonuçlar ortaya
çıkmıştır.Türk ulusal kamuoyunun
Demokrat Parti hükümetine olan destek ve güvenini
arttıracağı düşüncesiyle davranmak,
sonuçta, hükümetin saygınlığını
daha da kaybetmesine yol açmış ve basının,
kamuoyunun ve özellikle muhalefetin hükümete sert
eleştiriler yönlendirmesine olanak vermiştir.


    
1954-57 döneminde ekonomik
sıkıntıların baş göstermesi nedeniyle,
iktidarı yitirmek endişesine kapılan DP, muhalefete
karşı sertleşmeye başladı. DP’nin
diğer partilerin toplamından daha az halk desteği
bulabildiği 1957 genel seçimlerinden sonra, bu eğilim
tırmanarak devam etmiştir.Uygulanan çoğunluk
sisteminin sonucu olarak,DP yine de millet vekillerinin üçte
ikisinden fazla kazanmıştı. Meclis içindeki bu
abartmalı üstünlük, onlara muhalefeti
engelleyebilecekleri sanısını vermişti.Yeni
dönemin hemen başında TBMM içtüzüğünde
yapılan değişiklikler, böyle bir amaca hizmet
etmektedir. Milletvekillerinin denetim olanakları kısılmış,
dokunulmazlıklarının kaldırılması
kolaylaşmış, onlara verilebilecek cezalar
arttırılmıştır.


    
1958 yılının
başlarında, Samet Kuşçu adlı birinin
ihbarıyla dokuz subay tutuklaması yapıldı.
Bunların, askeri bir hükümet darbesi olduğu iddia
ediliyordu. Fakat böyle bir cuntanın varlığı
kanıtlanamadığı için , muhbir iftiradan
mahkum oldu. Oysa , 27 Mayıs’tan sonra ihbarın
doğruluğu anlaşılacaktı.


    
1958 yılı içinde
ekonomik bunalım yoğunlaştı. Bir çok
mallar bulunmaz oldu, kuyruklar ve karaborsa doğdu. Fiyat
artışları birbirini kovaladı. Başbakan o
ilkbaharda ticari ilişkileri geliştirmek umuduyla bir Uzak
Doğu gezisi yaptı; fakat elde edilen sonuçlar
çekilen sıkıntıların üstesinden
gelmekte etkisiz kaldı.


DP,
dış politikada bloklar arası soğuk savaşı
körükleyerek,Türkiye’ye yapılan Batı
yardımını çoğaltmayı amaçlıyordu.
Bu uğurda az kalsın ülkeyi sıcak savaşa da
sürükleyecekti. 1958 Temmuz ayında Irak’ta
devrim olunca, Türkiye’nin fiili müdahalesini ABD
önledi. Bu olayda, belki psikolojik bir faktörde vardı.
DP iktidarı, kendisinin de bir askeri darbeyle devrilmesinden
korkuyordu.


    
1957 seçimlerinden
engellenen muhalefetin güç birliği,1958 güz
sonunda partiler arası birleşmelerle gerçekleştirildi.
Ekim ayında Türkiye Köylü Partisi Cumhuriyetçi
Millet Partisine,Kasımda da Hürriyet Partisi CHP ye
katıldı( CMP, CKMP oldu; CHP’nin adı değişmedi.)
1959 Ocak ortalarında toplanan CHP 14.Kurultayı bir ‘İlk
Hedefler Beyannamesi’ kabul etti. Sağlanmak istenen güç
birliği platformu, şu on amaçla tanınmıştır:



     “1)Partizanlığın
kaldırılması, 2)İkinci Meclisin kurulması,
3)Seçim güvenliği, 4) Anayasa Mahkemesi, 5)Yüksek
Hakimler Kurulu, 6)Memurların mahkemeye başvurma haklarının
tanınması, 7)Basın özgürlüğünün
Anayasa güvencesine alınması, 8)Üniversite
özerkliği, 9)Yüksek İktisat Şurası
kurulması, 10)Sosyal Adalet kavramının Anayasaya
girmesi.”


    
DP’nin güç
birliğine yanıtı,Vatan Cephesini kurmak oldu. Yine
1959 Ocak ayı içinde, ülke çapında
örgütlenmeye başlayan  Vatan Cephesi Ocakları
sistemiyle, iktidara partinin verebileceğinden daha geniş
bir taban bulmaya çalıştı.Vatan Cephesine
katılanların adları teker teker radyoda okunarak
teşvik ediliyor,belli konumdaki kişiler ve kesimle bu
ocaklara yazılmaya zorlanıyordu.


DP
hükümeti, başlangıçta,hala bir İngiliz
sömürgesi olmaya devam eden Kıbrıs’ın
Rumlarla  Türklerin nüfus oranına  veya
arazi mülkiyeti sahipliğine göre Yunanistan’la
paylaşılmasından yanaydı. Giderek, bu tez yerine,
Türk halkına özel haklar tayin etmek ya da ayrı
ayrı güvencelenmesini öngören bir bağımsızlık
statüsünü benimsedi.Türkiye ve Yunanistan
hükümetleri 1959 Şubatında Zürich’te
bu ilkeler üzerinde anlaştıktan sonra, Londra’da
kesin bir anlaşma imzalamayı kararlaştırdılar.Başkan
Menderes’in başkanlığındaki Türk
delegasyonunu taşıyan uçak, Londra’nın
güneyinde sis yüzünden kazaya uğradı. Bir
çoklarının öldüğü yada ağır
yaralandığı bu kazayı, Menderes çok hafif
atlattı. Yattığı klinikte, kazadan iki gün
sonra 19 Şubatta anlaşmayı imzaladı. Bu olay,
iktidar muhalefet ilişkisine geçici bir yumuşama
getirdi ve halk arasında,Menderes’i Allah’ın
esirgediği düşüncesi yayıldı.


    
Fakat İnönü’nün
Nisanda yaptığı Ege gezisi, büyük
çalışmalara yol açtı.Bir yanda polis ve
DP militanlarıyla, öte yandan muhalefet önderini büyük
bir coşkuyla karşılayan halk arasında ciddi
arbedeler oldu. Uşak’ta İnönü taşlandı.
İzmir’de katılacağı parti kongreleri
yasaklandı. Verdiği demeçler hakkında yayın
yasağı kondu.İstanbul’a dönüşünde
de, Topkapı’da İnönü’ye öldürme
kastıyla saldırıldı. Mayısta, gezi
olaylarının TBMM ‘de tartışılması,
bu sefer milletvekillerinin dövüşüp sövüşmelerine
vardı.


    
1959 yaz sonunda, DP iktidarı
Türk Lirasının on bir yıldır sabit tutulan
dış değerini düşürmek zorunda kaldı.
Batıdan borç erteleme ve  yeni kredi taleplerimize
karşılık Şart koşulan bir dizi istikrar
önlemleri alındı.4 Ağustosta yapılan
devalüasyon sonucu; Bir Amerikan daları 2.80 den 9 liraya
çıktı. Son yıllarda enflasyon yüzde
yirmiye doğru tırmanmaya başlamıştı.1970’li
ve 80’li yıllarda yaşanan yüksek enflasyon
yanında, bu oran masum kalmakla birlikte o vakte kadar böyle
bir şeye alışılmadığı için
kamuoyunda tepki görmüştür. Zamlar, değişmez
gelirlileri dehşete düşürüyordu. Dış
alım kısıldığı içim, tıraş
bıçağından kahveye kadar bir çok tüketim
malı bulunmamaktaydı. Ekonomik durumun böyle gitgide
bozulması, muhalefeti güçlendirdi. CHP erken seçim
istemeye başladı.


    
1960 yılına
girildiğinde,İktidar muhalefeti ihtilal kışkırtıcılığıyla,
muhalefetse iktidarı istibdat idaresi kurmuş olmakla
suçluyordu. CHP önderinin yurt gezilerinde durmadan olay
çıkmaktaydı. 15 Martta Güney Kore diktatörü
Syngman Rhee’ye karşı ayaklanmaların
başlamasını, basın örnek alınması
gereken bir davranışmış gibi kamuoyuna yansıttı.
İlkbaharda gerginlik daha da arttı.



     DP
Meclis Grubu Nisan ayı ortalarında, CHP’nin yasadışı
yöntemlerle siyasal mücadele yaptığını,
bir kısım basının da onu bu yolda desteklediğini
ileri sürerek, 15 kişilik bir soruşturma kurulu
oluşturulmasını kararlaştırdı. Bu
konuda hazırlanan önerge, TBMM’ce hemen kabul edildi.
Meclis görüşmeleri sırasın İnönü
iktidarı sert bir dille uyardı ve şöyle
demişti”Eğer bir idare insan haklarını
tanımaz,baskı rejimi kurarsa,o memlekette ihtilal behemehal
olur. Böyle bir ihtilal dışımızda, bizimle
münasebeti olmayanlar tarafından yapılacaktır. Bu
yolda devan ederseniz, ben de sizi kurtaramam. Şimdi arkadaşlar,
şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal
temel bir haktır. İhtilal milli bir hak olarak
kullanılacaktır.”Fakat dönemde bu sözler
basına yansımadı . Çünkü kurulan
Tahkikat Komisyonu, hemen her türlü siyasal faaliyetin yanı
sıra, kuruluşuna ilişkin meclis görüşmelerinin
yayını dahil, kendi çalışmasıyla
ilgili haber ve yorumları da yasaklamıştı.Her
kafadan bir ses çıkıyordu. Bu seslerin ortak yönü
ise DP ye tepkiydi!



     1959
sonunda Demokrat Parti, artık yoktur denilebilir. Daha doğrusu
1959’dan sonra  her geçen gün, Demokrat
Partiyi her an biraz daha yıpratıyor halsizleştiriyordu.
Son artık görünmüştü Çünkü
çanlar artık Demokrat Parti için çalmaz. Ve
artık çarklar Demokrat Parti hükümranlığı
için işlemez. Gerçi Bayar değilse bile
Menderes her gittiği yerde, daha yoğun kalabalıklarla
karşılanır. Arabasının daldığı
yerde insanlar bir salkım gibi onun kollarına, bacaklarına
sarılıp, elini,ayağını yüzünü
gözünü öperler. Alkışlar, yaşa!
Sesleri gökyüzünü çınlatır.
“Menderes halk için, bayrak gibi selamlanan, ardından
koşulan bir şeydi!Onun için, felaketin ortasında
bile yüzünü görür görmez her şeyi
unutuyor, onun füsununun cazibesine kapılarak peşi
sıra koşmaya başlıyordu.O gün halk, gece
olup bitenden hükümeti sorumlu görüyordu ama,
Menderes’i sanki hükümet başkanı o değilmiş
gibi asla hayır asla kusurlu görmüyordu.Halkın
gözünde sanki hükümet başka şey,
Menderes başka şeydi!.” Ama ne var ki kalabalık
demek, şuur ve idrak demek değildir.


Evet
1959’dan itibaren Menderesin ve iktidarının etrafında
ağlar, gittikçe örülür ,gittikçe
yoğunlaşır.



     Zaten
daha 1954 seçimlerinden beri Demokrat Parti ve liderleri,
muhalefetin gücünü, Meclisteki mebus sayısına
göre değerlendirmek ve arkada henüz ayakta duran ,
fakat seçim kanunu yüzünden değerlendirilemeyen
Demokrat Parti oylarına göre, pek de farklı olmayan
durumu, iyice değerlendirememekle hatalar içine
batmışlardı. Bu seçimlerden sonra ve eğer
doğruysa, Celal Bayar Çankaya’da, kabine ve D.P
idareci üyelerine “artık ince demokrasiye paydos
demiştir.” .Böyle bir yol gösterilmişe,
hatalı bir rehberliğe düşülmüştür.
Ve aslında işler daha 1954 seçimlerinde
keskinleşmeye başlamıştır.



     Parti
grubunda 1955 kasım buhranın iyi değerlendirilememesi
ve iktidarda bir nöbet değişikliğine gidilmemesi
, parti içi birliği de bozmuştur. “Yavaş
yavaş DP kervanından ayrılmalar, uzaklaşmalar,
küskünlükler, kavgalar, kervan bir taraftan yürüyecek,
bir taraftan da bünyesinde büyük değerler
kaybederek 27 Mayıs’ın eşiğine hasta hasta
gelecektir.Kervan yürüyordu fakat ne çare ki
kayıplar arttıkça güvensizlik, çekememezlik,
kıskançlık gibi hastalıklar bünyeye doğru
sirayet ediyordu.” İdealistleri,dava adamlarını
birbirinden ölüm bile ayıramaz,inancının
yerine” Memleketin büyük menfaati uğruna icap
ederse en yakın arkadaşları bile feda etmek lazımdır”
görüşü hakim oldu. Ondan sonra kıran kırana
bir iktidar ve muhalefet kavgası çok partili Meclisi bir
gladyatör  arenası haline getirdi. Nihayet 1958
temmuzunda Bağdat ihtilalinin yarattığı ve
Menderes’in ihtilal sözlerini kürsülere
getirişi, memleketi daha da gerginleştirdi. İşte
böyle bir zamanda,halk partisi 14. kurultayında
sloganlarını ilan etmiştir. Ve bunların hepsi,
iktidara gelirken çoğunu Demokrat Partinin de savunduğu
normal ve demokratik sloganlardır.


    
Buna rağmen, memlekette bir
taraftan yollar yapılır, fabrikalar kurulur, barajlar,
iskeleler inşa edilip ticarette gelişme, bankalarda mevduat
artışı kaydedilirken, siyasi hava gittikçe
gerginleşir. Hele liderler, gittikçe sinirlenirler.


İhtilale
ve şartlarına doğru ilerlerken yaygın bir görüşü
de belirtmek gerekir “eğer İsmet Paşa  bu
kadar sert, insafsız ve muhalefet bu kadar kırıcı
olsaydı, iktidar öylesine kendini kaybetmezdi. İhtilal
de olmazdı. Yani aslında ihtilali besleyen, İsmet Paşa
ve muhalefetidir!” Bu kanaat yalnızca Demokrat parti
saflarında yada üyelerinde değil, bazı partisiz
vatandaşlarda bile yaygındı. Bu görüş
aradan yıllar geçmesine rağmen çoğu kişi
tarafın hala savunulur.


    
Bu sıralarda İnönü
sanki ülkede yaşamıyormuşçasına
düşünceler içinceydi ona göre; değil
ihtilale gitmek, değil demokrasiyi devirerek diktatör olmak
, hatta ihtilalin arifesinde bile ve yeni seçimlere gitmek,
seçim gününü, ilan etmek şartıyla,
Menderes kabinesinin istifasına dahi lüzum olmadığını
haber vermiştir. Bu şartlarda Menderes’i mecliste
dahi destekleyeceğini belirtmiştir.


    
1958 yılında başlamak
üzere Menderesin ağzından ihtilal sözcüğü
eksik olmuyordu. Menderesin ağzından ilk önce 6 Eylül
1958’deki Balıkesir nutkuyla ortaya çıktı,
21 Eylül nutkuyla devam etti ve bu sözü sık
kullandığı kelimeler arasına almıştı
bile. Ondan sonra Menderes ve yakın çevresi, bu ihtilal
fobisinden hiçbir zaman kurtulamadılar. Oysa o tarihte
Türkiye’de, bazı gayretler ve şekilleşmeler
olmakla beraber, bu sözlerin kapsamına uygun tam ihtilalci
ve  ihtilal nüne ve teşkilatı bulunmadığını
da biliyoruz. İsmet Paşa ve partisine gelince, az önce
belirttiğimiz gibi, onlar o devrede, ihtilal değil, yeni
bir seçim ve 14. Kongrelerinde sloganlar peşindeydiler.


    
1959 yıllarında
Türkiye’de ki ordu ihtilal hakkında pek bir bilgi
sahibi değildi bunun nedeni de daha önce bir ihtilal
olmamasıydı. Bu sebepten dolayı da ordu tedirgindi.
Türkiye de ordu tedirginliği de önemlidir ,önemli
sonuçlar verir. İhtilalci ve ihtilal kastını
açmak gerekirse;ihtilal bir aksiyondur . İhtilalci bu
aksiyona kendini veren, bunun içinde hem kendi veren, bunun
için de hem kendi ruhunda, hem kendi çevresinde
teşkilatlanan adamdır. Örgüt ise, evvela bir
fikir, sonra bu fikir etrafında karar birliği ve bu kara
birliğine uyan bir hareket planı ve bütün
bunların üstünde de, bir merkez ve nihayet bir lider
demektir. Bu dönemlere dönüldüğünde
göze çarpıyor ki ilk ihtilalciler, tek bir lider ve
tek bir merkez etrafında harekete gelmiş değildirler.
Ama gene görünüyor ki, orduda şikayet ve
tedirginlik yaygındı. Diğer şartlar arasında,
ordunun ihmal edildiği, iktidarın siyasi mücadeleyi
kötüye götürdüğü ve memleketin iyi
yolda yürümediği üzerinde görüşler
vardır. Hatta denebilir ki ne kadar uyanık kurmay ne kadar
hareketli subay çevresi varsa, onlardan hemen hepsinde,
birtakım şikayet sesleriyle, birtakım hareket veya
örgütlenme çabalarının belirmeye başlaması
mümkündür. Ama elbette ki bunların hepsi harekete
geçemezdi. Harekete geçebilmek için bilhassa
merkezde olmak, merkezde örgütlenmeye çalışmak,
yahut mesela kurmay akademisi gibi seçkin insanların
toplandığı ve kendilerinden bir şeyler
beklenebilecek olan güvenilir unsurların kaynaştığı
yerlerde bulunmak şarttır. Bunun için de yüksek
kumada kademesinde ve bütün bu işler için imza
ve karar sahibi olabilecek insanlar bulunmalıydı. Ve öyle
oldu.



     Fakat ilk
örgütlenme 1955 yılında olmuştur. Bu hareket
o zaman basında  9 Subay Olayı olarak
adlandırılmıştır. Şimdi emekli
Korgeneral Faruk Güventürk bu hareketin önde gelen
isimlerindendi. Ve aşağıdaki konunun kaynaklığını
yapmıştır. 1955 yılında harp akademisinde
Binbaşı Faruk Güventürk başkanlığında
bir heyet kurulmuştur bu heyetin adı İhtilal
Komitesidir. Amaçları memleketin kötü gidişine
dur demek ve her an kötü sonuçlar doğurabilecek
sonuçlara hazır olmaktı. Komite başkanı
Faruk Güventürk konuşmasında şöyle
belirtmiştir. ”Bu komite, bir ihtilal komitesidir. Bunun
sonunda, baş verip, baş almak vardır”. İşte
bu sözlerden de anlaşılacağı gibi ihtilalin
ne derece önemli bir olgu olduğu acık şekilde
görülmektedir.


    
Artık ordu bilinçli
bir şekilde örgütleniyordu ama bu örgütlenme
gizli bir şekilde ve tüm uç teşekküllerden
ana bir merkeze olmak koşuluylaydı. Mesela Sezai Okan o
zaman Ankara’da zırhlı tugay tank komutanıydı,
Osman Köksal kara kuvvetleri kumandanlığı kurmay
şubesinin başındaydı. Bu isimler ihtilalin
oluşmasında tabanda çok etkili isimler olacaktı
Bu sırada Çankaya Reisicumhur Köşkü
muhafız alayı kumandanlığında da genç
subaylar süratle örgütlendirilmeye başlandı
ve böyle bir çok kilit nokta bilinçlendirildi.
Alparslan Türkeş, Mustafa Kaplan, Rıfat Baykal
komiteye alınırlar. Bu gurupla beraber devamlı planlar
ve çalışmalar sürer.    



     1959 yılı
iktidar ve muhalefet arasındaki ilişkiler açısından
son derece gergin geçmişti. Bu gerginlik 1960'a
girildiğinde bir türlü yumuşamak bilmediği
gibi daha da sertleşmeye yüz tuttu. Bu dönemde ise
iktidar/muhalefet partileri arasındaki ilişkilerde dış
politikalarda genel bir birlikteliğin sürdürülmek
istenmesi ve bu yönde çabaların genelde bütün
siyasal partilerin desteğini toplaması ile Türkiye ve
Yunanistan arasındaki ilişkiler ve bu arada Kıbrıs
sorunu iç politika tartışmalarında gündemde
yer almamıştı. 7 nisan da DP Meclis Grubu bir bildiri
yayımladı. Bildiride CHP'nin ülkedeki bütün
yıkıcı grupları çevresinde topladığı,
halkı orduyu iktidara karsı ayaklanmaya kışkırttığı
öne sürüldü. Bu bildirinin ardından DP
Meclis Grubu TBMM Başkanlığı'na muhalefetin
eylemlerinin soruşturulması için bir önerge
verdi. Önerge 18 Nisan da Mecliste büyük bir
çoğunlukla kabul edildi. Yasaya göre bir Tahkikat
Komisyonu oluşturulacak ve bu komisyon üç ay boyunca
muhalefetin ve basının eylemlerini soruşturacaktı.



Öğrenci
olayları tırmandı

     Muhalefet
ve basını soruşturmak için Tahkikat Komisyonu
kurulması ülkede geniş yankı yaptı. Komisyon
görevine baslar başlamaz, Ankara ve İstanbul'da
öğrenciler protesto gösterileri düzenlediler. 26
nisan da İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleri
baskıları protesto ederken, 28 nisanda da öğrenciler
merkez binada bir toplantı düzenlediler. Güvenlik
güçlerinin toplantıya müdahale etmesiyle olay
çıktı. Üniversite içinde başlayan
çatışma Beyazıt Meydanı'na taştı.
Buradaki çatışmada Orman Fakültesi öğrencisi
Turan Emeksiz aldığı bir kursun yarasıyla
hayatini kaybetti. Olaylar nedeniyle Ankara ve İstanbul'da
sıkıyönetim ilan edildi ve gece sokağa çıkma
yasağı kondu, ancak öğrencilerin gösterileri
durmadı.



Parola
ters tepti

     30 Nisan da İstanbul
Sultanahmet Meydanı'nda düzenlenen protesto gösterileri
sırasında Nedim Özpolat adli bir başka öğrenci
hayatini kaybetti. 28-29 Nisan gösterilerinden sonra bu kez DP
yönetimi, 5 mayıs günü saat 5'te , Ankara'da
Kızılay Meydanı'nda bir gösteri düzenlemeye
karar verdi. Buna göre iktidar partisine mensup gençler,
Kızılay Meydanı'nda , Meclisten çıkıp
Çankaya'ya gidecek olan Celal Bayar ve Adnan Menderes'i
alkışlayıp destekleyeceklerdi. Ama iktidara karşı
olan gençler de plandan haberdar oldular ve 555K (5'inci ayin
5'inci günü saat 5'te Kızılay Meydanı'nda)
parolasını geniş bir öğrenci kitlesine
duyurdular. 5 mayıs günü iktidara karsı olan
gençler, Kızılay'a akın ederken, iktidarı
destekleme amacıyla Kızılay'a gelen DP yanlışı
gençler azınlıkta kaldı. Saat 6 civarında
meydana gelen Bayar ve Menderes burada çok büyük
protestolarla karşılaştı. Hatta bazı
göstericiler Menderes'i tartakladılar. Menderes bir
gazetecinin arabasına binerek meydandan güçlükle
uzaklaştırıldı.



Harp
Okulu'ndan ilk işaret

     Ordu
içinde de on yıllık DP iktidarına karşı
alttan alta başlayan hareket, protesto gösterileri
sırasında kendini açıkça belli etmeye
başlamıştı. Özellikle 29 nisan da ki
gösteriler sırasındaki öğrenci-ordu
dayanışması dikkat çekiciydi. Ankara'daki 5
mayıs gösterilerinden iki gün önce de Kara
Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel Milli Savunma Bakanı
Ethem Menderes'e bir mektup göndermiş ve ülkenin
içinde bulunduğu bunalımdan çıkış
için bazı önerilerde bulunmuştu.



     21 mayıs
ta bu kez Ankara'daki Harp Okulu öğrencileri iktidarı
protesto için bir gösteri yürüyüşü
düzenlediler. Artık ok yaydan çıkmıştı.
Gerginlik doruktaydı. Bu arada Başbakan Menderes, bir
açıklama yaparak Tahkikat Komisyonu'nu başlangıçta
üç ay olarak öngörülen çalışmalarını
tamamladığını raporun yakında Meclise
sunulacağını kamuoyuna duyurdu. Ancak bu açıklama
darbecileri daha önce almış oldukları yönetime
el koyma kararından vazgeçirmedi. Geniş bir kesim de
ordunun yönetime el koymasını sabırsızlıkla
bekliyordu. Ve yukarda da uzun zamandır hazırlıklarından
bahsettiğimiz ordu artık sahneye çıktı.



Ve asker
yönetime el koydu

     Menderes'in
Tahkikat Komisyonunun CHP hakkında verilen önerge hakkında
ki çalışmalarını tamamladığını
açıklamasından iki gün sonra 27 mayıs
1960'da başkanlığını Orgeneral Cemal
Gürsel'in yaptığı ve Milli Birlik Komitesi adi
altında toplanan bir subay grubu, emirleri altındaki askeri
birliklerle birlikte Ankara ve İstanbul'daki bazı önemli
yerleri ele geçirdi ve Türk Silahlı Kuvvetleri adına
yönetime doğrudan el koyduğunu açıkladı.
27 mayıs sabahı, Silahlı Kuvvetler adına radyodan
yayınlanan bildiride, "Bugün demokrasimizin içine
düştüğü buhran ve son müessif hadiseler
dolayısıyla ve kardeş kavgalarına meydan vermemek
maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin
idaresini eline almıştır" deniyordu.



     Eskişehir’den
dönmekte olan başbakan Adnan Menderes, Kütahya yolunda
tutuklanarak Ankara’ya getirildi. Daha sonra Celal Bayar,
hükümet üyeleri ve DPli milletvekilleriyle birlikte
İstanbul’a oradan da Yassıada‘ya gönderildi.



      24
Eylül 1960’da Yüksek Adalet Divanı kuruldu. 
Bir gün sonra Celal Bayar bel kemeriyle intihara kalkıştı.
Bir subay tarafından kurtarıldı. Yüksek Adalet
Divani 14 ekim de Yassıada'da çalışmalarına
başladı. ilk dava Afgan kralının Celal Bayar'a
hediye ettiği köpeğin hayvanat bahçesine
satışıyla ilgili Köpek Davasıydı. Adnan
Menderes'in ilk yargılandığı dava ise Ayhan
Aydan'dan olduğu iddia edilen çocuğunu öldürttüğü
hakkındaki Bebek Davası oldu.    
Ardından 17 dava daha açıldı: 6 -7 Eylül
Olayları Davası, Vinileks şirketi Davası,
Dolandırıcılık Davası, Arsa Davası, Ali
İpar Davası, Değirmen Davası, Barbara Davası,
Örtülü Ödenek Davası, Radyo Davası,
Topkapı Olayları Davası, Çanakkale Olayı
Davası, Kayseri Olayı Davası, Demokrat İzmir
Davası, Üniversite Olayları Davası, İstimlak
Davası, Vatan Cephesi Davası, Anayasa’nin İhlali
Davası. 11 ay bir gün süren davalar 15 Eylül
1961'de sona erdi.



     Bu süre
içinde yargılanan Bayar, Menderes, Bakanlar Kurulu
üyeleri, DP milletvekilleri ve eski Genelkurmay Başkanı
Rüştü Erdelhun'un da aralarında bulunduğu
toplam 592 sanıktan, 228'i hakkında idam cezası
istendi. Toplam 202 oturum yapılırken, binin üzerinde
tanık dinlendi. DP'nin önde gelenlerinden 31 sanık
ömür boyu hapis cezasına çarptırılırken,
418 sanığa altı ayla 20 yıl arasında değişen
çeşitli hapis cezaları verildi. 123 sanık
beraat etti. Beş sanık hakkında dava düştü.
16 ay boyunca Yassıada'da kalan Adnan Menderes, hakkında
açılan 6 davadan birinde beraat ederken, diğerlerinden
mahkum edildi. Yüksek Adalet Divani Menderes'in de bulunduğu
15 kişiyi idama mahkum etti. MBK bunlardan sadece Adnan
Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu'nun
kararlarını onayladı. 65 yasini geçmiş
olan Bayar ile oy çokluğuyla ölüm cezasına
çarptırılan öteki 11 sanığın
cezaları ömür boyu hapis cezasına dönüştürüldü.



     Yassıada'da
son karar hükmünün okunmasının bittiği
anda saatler 15.20'yi gösteriyordu. Kararların
açıklanmasından sonra ölüm ve müebbed
hapis cezasına çarptırılan hükümlüler,
ihtilalciler tarafından önceden hazırlanmış
plan gereğince, hücumbotlarla alelacele İmralı
Adası'na gönderildiler. İmralı'ya yüzbaşı
Erdoğan Argun kumandasındaki subay ve erlerin muhafazasında
elleri arkadan kelepçeli olarak giden hükümlüler,
su isimlerden ibaretti: Celal Bayar, Refik Koraltan, Agah Erozan,
İbrahim Kirazoglu, A. Hamdi Sancar, Bahadır Dülger,
Emin Kalafat, Baha Aksit, Osman Kavrakoglu, Zeki Erataman, Rüştü
Erdelhun, Nusret Kirişçioğlu, Fatin Rüştü
Zorlu, Hasan Polatkan, Medeni Berk, İzzet Akçal, Celal
Yardımcı, Tevfik İleri, Hüseyin Ortakçioğlu,
Selahattin İnan, Cemal Tüzün, Kemal Biberoğlu,
Selim Yatağan, Enver Kaya, Necati Çelim, Murat Ali Ülgen,
Necmettin Önder, Selami Dinçer, Himmet Ölçmen,
Ethem Yetkiner, Nuri Togay, Muhlis Erdener, Rauf Onursal, Ekrem Anıt,
Hadi Tan, Hilmi Dura, Kemal Serdaroğlu, Samet Ağaoğlu,
Kemal Aygün, Sadık Erden, Sezai Akdağ, Resat
Akşemsettinoğlu, Vacit Asena, Kemal Özer, Mazlum
Kayalar'dan oluşan grup kısa bir süre sonra İmralı'ya
vasıl olmuşlardı.



     Yassıada
Mahkeme Divanı'nin vermiş olduğu idam hükümleri,
onaylanmak için Ankara'ya Milli Birlik Komitesi'ne
gönderilmişti. Komitede infazların yapılıp
yapılmaması hakkında şiddetli tartışmalar
meydana gelirken, fikir ayrılıkları oluşmuştu.
Komitedeki subayların bir kısmı Harp Okulu Komutanı
ve Silahlı Kuvvetler Birliği Başkanı Talât
Aydemir'in tehditlerinden çekinirlerken, 'Gürsel'cilerle
'İnönü'cüler ayrı görüşler
taşımaktaydılar. Yassıada'da verilen ölüm
kararlarının adalet anlayışı diye bir şey
yoktu. Ankara'daki komitenin üyeleri ne derse o olacaktı!..
Polatkan ve Zorlu'nun ölüm cezası 16 Eylül’de,
Menderes'in cezası ise kararın açıklanmasından
bir gün önce intihar girişimin de bulunduğu için
tedavisi tamamlandıktan sonar 17 Eylül de infaz
edildi. Bu infazdan biraz önce bir asker vasıtasıyla
Gıyaseddin Emre’ye gönderdiği mektup “Size
dargın değilim, sizin ve diğer zevatın iplerinin
hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum.
onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde
diyiniz ki, Adnan Menderes, hürriyet uğruna koyduğu
başını 17 yıl evvel almadığınız
için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için
ortada hiç bir sebep yok. ölüme kara-i metanetle
gittiğimi, silahların gölgesinde yasayan kahraman
efendilerinize söyleyebilir misiniz? Sunu da söyleyeyim ki,
milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde
sizi ve efendilerinizi yinede 1950 de kurtarabilirdim. Dirimden
korkmayacaktınız. Ama simdi milletle el ele vererek, Adnan
Menderesin ölümü sizi ebediyete kadar takip edecek ve
bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna rağmen
merhametim sizinledir.” Buradan da Menderes’in idamı
kesinlikle hak etmediğini düşündüğünü
ve yine de soğukkanlılığını
koruyabildiğini görüyoruz.



      Fakat
bu infazın arkasındaki soru işaretleri uzun zaman
boyunca cevap istedi. Adnan Menderes komadan çıkar çıkmaz
sağlık kontrolünde sağlam raporu aldı. Rapor
şöyle diyordu. “Adnan Menderes'in geçirmiş
olduğu koma  halinin tamamen ortadan kalkarak sıhhi
durumunun iyileşmiş olup, tamamen normale döndüğü
müsade edilmiştir. İş bu rapor, müştereken
tanzim ve imza kılındı. 17 Eylül 1961.’’



     Ve
Türkiye Siyasi Tarihinde önemli rol oynamış ve
Türkiye Siyasi Tarihinde derin izler bırakmış
Başvekil Adnan Menderes’in  sonu böyle olmuştur.



 



 


KAYNAKÇA


 


KİTAPLAR:


 



1)      
Dr.Mükerrem Sarol “Bilinmeyen
Menderes 1-2” ( Kervan Yayınları 1983 )



2)      
Şevket Süreyya Aydemir
“Menderes’in Dramı” ( Remzi Kitabevi 2001 )



3)      
Cem Eroğlu “Demokrat
Parti Tarihi ve İdeolojisi” ( İmge Kitabevi 1990)



4)      
Mehmet Gönlübol
“Olaylarla Dış Politikası” ( A.Ü.SBF
Yayınları 1982 )



5)      
N.Güvenç “Kıbrıs
Sorunu Yunanistan ve Türkiye ( Çağdaş Politika
Yayınları 1984)



6)      
Metin Toker “Demokrasimizin
İsmet Paşalı Yılları,Cilt 3 ( Bilgi
Yayınları 1991 )



7)      
Türkiye Tarihi, Çağdaş
Türkiye 1908-1980 (Cem Tarih Yayınevi 4.Cilt Ekim 1995
İlgili Bölüm Mete Tuncay)



8)      
Mahmut Dikerdem “Ortadoğuda
Devrim Yılları” (Cem Yayınları 1990)


 


 


MAKALELER:


 



1)      
Demokrat Parti-Kuruluş
Dr.Baha Akşit Ata Dergisi Sayı:3  Yıl:1992



2)      
14 Mayıs 1950 Seçimlerinin
Türk Devlet Tarihindeki Yeri  Atilla Köymen Ata
Dergisi Sayı:10 Yıl: 1993



3)      
Darbeler ve Demokrasi Besim Tibuk
Yansıma Dergisi Sayı: 4 Yıl: 2001



4)      
Türkiye’nin Başkanı
Asıldı 27 Mayıs 1994 Yeni Şafak Gazetesi


 


 


ANSİKLOPEDİLER:


 



1)      
İletişim Yayınları
Ansiklopedisi 4.Cilt  Sayfa: 989-998



2)      
Dictionnaire Larousse 4.Cilt
Sayfa: 1635   2.Cilt  Sayfa: 629


 


 


İNTERNET
SAYFALARI:


 



1)      
www.netpano.com/menderes.html


2) 
egemenlikulusundur.net/BizimYazarlarimiz/ MujdatGuler/27062001.htm


      3) 
gencserdengecti.kolayweb.com/eylulekim02/ adnanmenderes.htm


      4) 
www.matdigitalmedia.com/hasanmahir/ oku.asp?mID=51&kID 


      5) 
www.kitapgazetesi.com/konu.asp-id=605.htm


      6) 
www.zaferdergisi.com/kdetay.asp?kitap=201 


      7) 
www.vehbikoc.gen.tr/arasayfalar/diyorki/m2.html 


     
8) 
www.maximumbilgi.com/tarih/adnanmenderes.htm
 


 


 


 


Bu
konudan Celal Bayar, “Başvekilim Menderes” isimli
kitabında 53-54. sayfalarda bahsediyor.


10
Eylül 1973  Milliyet Gazetesi


10
Ağustos 1974 Milliyet Gazetesi (Bayar Yazıyor)


Mükerrem
Sarol’un “Bilinmeyen Menderes” isimli kitabının18.
sayfasında ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz.


Mükerrem
Sarol’un “Bilinmeyen Menderes” kitabının
20. sayfasında ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz.


Mükerrem
Sarol’un  “Bilinmeyen Menderes” kitabında
454. sayfadan ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz.


Mükerrem
Sarol’un “Bilinmeyen Menderes” kitabının
468. sayfadan ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz..


Cem
Eroğul’un “Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi”
adlı kitabının 108. sayfasında ayrıntılı
bilgi bulabilirsiniz


N.Güvenç’in
“Kıbrıs Sorunu Yunanistan ve Türkiye”
isimli kitabının 115. sayfasında ayrıntılı
bilgi bulabilirsiniz.


Mehmet
Gönlübol’un “Olaylarla Türk Dış
Politikası” isimli kitabında sayfa 351 de ayrıntılı
bilgi bulabilirsiniz.


N.Güvenç’in
“Kıbrıs Sorunu Yunanistan” 116-117. sayfalarda
ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz.


Mehmet
Gönlübol’un “Olaylarla Türk Dış
Politikası” kitabında 352. sayfadan ayrıntılı
bilgi bulabilirsiniz.


Mahmut
Dikerdem’in “Orta Doğuda Devrim Yılları”
isimli kitabında 127-128. sayfalarda ayrıntılı
bilgi bulabilirsiniz.


Mükerrem
Sarol’un”Bilinmeyen Menderes” isimli kitabında
444. sayfadan ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz.


Metin
Toker’in “Demokrasimizin İsmet Paşalı
Yılları” isimli kitabında 134-135. sayfalardan
ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz.


Türkiye
Tarihi 4.cilt 118.sayfadan ayrıntılı bilgi
bulabilirsiniz(Çağdaş Türkiye 1908-1980)


Türkiye
Tarihi 4.cilt sayfa 183’te ayrıntılı bilgi
bulabilirsiniz. (Çağdaş Türkiye 1908-1980)


Dr.
Mükerrem Sarol’un “Bilinmeyen Menderes”
kitabında .cildin 453.sayfasında ayrıntılı
bilgi bulabilirsiniz.


Mükerrem 
Sarol’un” Bilinmeyen Menderes” kitabında 
306. sayfada ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz.


Mükerrem
Sarol’un aynı kitabında 161. sayfada ayrıntılı
bilgi bulabilirsiniz.


Şevket
Süreyya Aydemir’in “Menderes’in Dramı”
isimli kitabında 318. sayfada ayrıntılı bilgi
bulabilirsiniz.


İmralı
adasına gönderilen isimler Yeni Şafak Gazetesinin 27
Mayıs 1995 sayısında  bulunmaktadır.


Zafer
Dergisi Ekim 1996 sayfa 14



http://us.geocities.com/begunay/z24.htm